Türkiye’de uygulanan neoliberal politikalar kapsamında, işçi ve emekçilerin refahı sürekli bir gerilemeye maruz kalırken, AKP hükümetinin ücretleri baskılama ve ücret dışı gelirleri törpüleme uygulamaları da halkı derin bir borç batağına sürüklemektedir.
Kamu emekçilerine, emeklilere ve asgari ücretli işçiye reva görülen ücret zamları, sürekli artan hayat pahalılığı karşısında oldukça yetersiz kalmakta, halka tamamlayıcı geçim kaynağı olarak kredi ve kredi kartları işaret edilmektedir. Giderek tamamı ile serbest piyasaya açılan gıda, eğitim, sağlık, ulaşım, barınma gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında dahi yetersiz kalan ve enflasyona karşı yenik düşen ücretlerde telafiye gitmek yerine, ekonominin lokomotif güçlerine dönüştürülen ve o yönde desteklenen bankalar kanalı ile borçlandırma özendirilmektedir.
AKP’li Yıllarda, Geçim İçin Tek Çare Borçlanma Kalmıştır
Borçlanma oranı, özellikle AKP hükümeti döneminde, giderek daha derinleşen gelir dağılımı ve hayat pahalılığı karşısında oldukça yetersiz kalan reel ücretler ışığında sürekli bir artış eğilimindedir. 2008 yılında 117 milyar 133 milyon olan bireysel kredi toplam tutarı, 2011 yılında 223 milyar 893 milyona ulaşmış, 2012 yılının 3 aylık dönemi sonucunda toplam borç miktarı 229 milyar 943 milyona ulaşmıştır.
Bireylerin tüketim harcamaları için kullandıkları kredi miktarları arttıkça, üstlendikleri ağır faiz yükü ile daha ağır bir borç yükü altına girmektedirler. Borçlanma detayları incelendiğinde ise, borçlanmanın sadece yüzde 50’sinin ihtiyaç ve geçim için yapılıyor olması, gittikçe genişleyen bir nüfusun yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamada borçlanmaktan başka çözüm bulamadığını göstermektedir.
AKP Hükümeti ile Kredi Kartı Borçları 40 Kat Arttı!
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılının Aralık ayında 6 milyar 360 milyon lira olan kredi kartı borcu, 2012 yılının Temmuz ayında 238 milyar 302 milyon liraya ulaşmıştır.10 yıl içerisinde artan kredi kartı borç oranı yüzde 3900’e yakındır. Sadece son yıldaki artış oranı ise yüzde 30’dur. Kart harcamalarının tahmin edildiği üzere önemli bir oranı, yüzde 22’si ise market ve gıda harcamalarından oluşmaktadır.
Kredi kartlarının kullanım oranı hanehalkı tüketim harcamalarının çok üzerinde bir artış sergilemektedir. 2006 yılından itibaren hanehalkı tüketim harcamalarındaki artış azalsa da, kredi kartı kullanım oranı artışını sürdürmektedir. Bu durum tek bir gerçeği önümüze koymakta, o da bireylerin yaşamsal ihtiyaçları için kredi kartı kullanımından başka bir çözüm yolu bulamadığı gerçeğini taşımaktadır. Gıda, ısınma, eğitim, sağlık gibi yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasında, ücretler yetersiz kalmakta, kredi kartı halka tek çıkış kapısı olarak gösterilmektedir.
Kuşkusuz halkın tüketim alışkanlıklarının, sermayenin yeni birikim stratejilerine göre yeniden belirlenmesi ve dönüştürülmesi de kredi ve kredi kartı kullanım oranlarını arttırmaktadır. Tüketim mabetleri olarak kurgulanan dev alışveriş merkezlerinin her geçen gün kentlerde sayısının artması, ekonomide temel yatırım faaliyetlerinin bu alanlarda yoğunlaştırılması, bankalarca ve harcama yöntemlerince desteklenen bir alışveriş furyasını da gündeme taşımaktadır. Bu kapsamda AKP ile oluşan üretimsiz-rant ekonomisinin ürünü olan ve ekonomide katma değer yaratmaktan çok, neden olduğu yapısal dönüşümlerle sosyal ve ekonomik zarara neden olan AVM’ler adeta borç üretme merkezleri olarak izlenmektedir.
Borç Katlandıkça Ödeme Gücü Kayboluyor, Sosyal Risk Artıyor
Hanehalkı üzerinde borç yükü arttıkça, enflasyon artışlarına göre eriyen ücretler ile ödenemez hale gelmekte, bu kez borcu kapatmak için tekrar borçlanmaya başvurulmaktadır. Borcu borç ile kapatma adeta zorunlu bir alışkanlık haline gelmiş, bu kısır süreç sonucu ödenemeyen borçlarda da artış gözlemlenmiştir.
Sayısal rakamlara bakıldığında, ödenemeyen borçların çoğunluğunu kredi kartları oluşturmaktadır. İkinci sırayı ise ihtiyaç kredileri almıştır.
Takipteki krediler, reel ekonomi için öncü niteliğinde önemli bir risk unsurunu teşkil ederken, aynı zamanda toplumda oluşacak sosyal risklerinde sinyallerini taşımaktadır. Borçların büyümesi ile gelen iflaslar, hacizler vatandaşları yaşamlarına son verme noktasına kadar sürükleyebilmekte, borçların ödenememe noktasının getirdiği bu çaresizlik karşısında ailelerin birliğinde bozulmalar meydana gelmektedir. Tüketici Dernekleri Federasyonu’nun 2011 raporuna göre, 2000’den sonra her 10 evli çiftten 7’si kredi kartları yüzünden boşanmış, basına yansıyan haberlere göre 7 yıl içinde 200 kişi kart borçlarını ödeyemedikleri için intihara teşebbüs etmiştir.
İşsizliğin arttığı dönemlerde ödenemeyen kredi kartları ve bireysel kredilerdeki artış canlanmakta, işsizlik oranında meydana gelen herhangi bir iyileşme ise borçların ödenememesinin önüne geçememektedir.
Kapitalist toplumların temel zaafı, tüketim üzerine yoğunlaşılması ve ücret politikaları ile bölüşümde emeğin gelirini sürekli bir düşüşe maruz bırakması, giderek artan oranda borçlanmaya, borçların büyümesine ve ödenememe durumu ile halkların yoksullaşmasına-örneğin haciz yolu ile mülksüzleştirilmelerine neden olmaktadır.
Bugün 900 lira olan bir emekli vatandaşa, maaşının 10 katına kadar kredi verebilen bankalar, bu emeklinin örneğin en düşük hali ile 500 lira kira, kalanı ile elektrik, su, ulaşım vb ihtiyaçlarını da ödemek zorunda olduğunu, gıda ve market harcamalarına maaşından pay ayırmakta güçlendiğini göz ardı ederek, sadece daha fazla kar arzusu içinde davranmakta, hükümet ise bu davranışların pratik hayata geçmesinde düzenleyici görevi üstlenmektedir.
Çözüm: İnsanca Yaşama Uygun Ücret!
Gerek toplu sözleşme sürecinde, gerekse de asgari ücret komisyonu üzerinden belirlenen zam oranlarında, “emekçileri enflasyona ezdirmeyeceğiz” ifadelerinin artık gerçeği yansıtmadığı bir kez daha görülmüştür.
Hükümetin seçtiği iktisadi politika tercihleri kapsamında uyguladığı ücret politikalarının giderek halkı yoksullaştırdığı, temel yaşamsal faaliyetlerini ve ihtiyaçlarını karşılayamaz hale getirdiği açıktır. Hak ettiği ücretten yoksun bırakarak, halka tek çözüm yolu olarak işaret ettiği borçlanma yöntemi ise bu yoksullaşmayı hızlandırmakta ve pekiştirmektedir. Artan enflasyon ile refah kayıplarının giderilmediği bir ortamda, bir de yüksek faiz ödemekle yükümlü bırakılan vatandaşlar, dayatılan bu maliyetleri giderek karşılamakta zorlanmakta ve cezai yaptırımlar ile mevcut varlıklarını da yitirmek zorunda kalmaktadır.