AKP iktidara geldiğinde Türkiye zaten “üst-orta gelir grubuna” mensup idi! Dolayısıyla, 64. Hükümet Programı’nda, AKP’nin “biz yükselttik” demesi düpedüz yalandır
Hükümet programları, parti ideolojilerinin değişik alanlarda nasıl tezahür ettiğini göstermesi bakımından bir referans metnidir. Ama, mekân verilen sözlerin tutulmadığı Türkiye, zaman da dibi çıkmış bir dünya konjonktürü olduğunda programlara temkinli yaklaşmakta yarar var. Bu coğrafyada hükümet programlarını abartmamak ve fazla ciddiye almamak en doğrusu. Hele de eldeki program, 2015 Kasım’ında, idareten başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından hazırlanmış ise bu dediğim yaklaşım aklıselim icabı. Kimin eli kimin cebinde, hangi uçağı kim düşürecek, yarın kim tutuklanıp hapse girecek bilen varsa beri gelsin.
Yine de ideolojik mücadelenin askıya alınması gerekmiyor. 64. Hükümet Programı’nın,İstikrarlı ve Güçlü Ekonomi başlıklı 4. Bölüm’üne bu perspektifle değinmek istiyorum. AKP içi dengeler, bakan atamaları, tedrici politika kaymaları, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı vb. konularında spekülasyonlara girmeden, bu metnin kapitalizme gözü kara angajmanını, irrasyonel piyasacılığını somutlamayı tercih ediyorum. En önemlisi, AKP’nin emek düşmanlığını bir kez daha göstermek istiyorum.
Bölüm bir yalanla başlıyor: “Son 13 yılda, üst-orta gelir grubuna yükselttiğimiz ülkemizin, yüksek gelir grubu ülkeler arasına girmesi temel amacımızdır” (s.69). Yalan, haliyle, ileride Türkiye’nin “yüksek gelir grubu ülkeler” arasına girip girememesi ile ilgili değil; onu zaman gösterir. Yalan, gerçekten AKP’nin 2002’den başlayarak, yani “son 13 yılda” Türkiye’yi “üst-orta gelir grubuna yükselt(ip)” yükseltmediği ile ilgili.
İfşa edelim, AKP iktidara geldiğinde Türkiye zaten “üst-orta gelir grubuna” mensup idi! Dolayısıyla, 64. Hükümet Programı’nda, AKP’nin “biz yükselttik” demesi düpedüz yalandır. Bu ülke gruplaması öteden beri Dünya Bankası’nın ölçütlerine göre yapılır. Örneğin, 2000 yılındaüst-orta gelir grubu’nda yer alabilmek için kişi başına gayrisafi milli gelirin $2,996–$9,265 aralığında olması gerekmekteydi. Türkiye $3090 ile zaten sözü edilen gruba daha önceden “yükselmiş” olduğu için, AKP’nin “son 13 yılda” gösterdiği çabalar ile yükseltilmiş olamaz!
Program açıkça, “eski bildiğimizi okuyacağız” diyor:
“Dışa açık ve dünyayla entegre bir ekonomik yapıyla yatırım ortamının daha da iyileştirilmesi, serbest piyasa ekonomisine dayalı ekonomik kalkınma anlayışımızın vazgeçilmez prensibidir. Bu prensiple, geçmiş hükûmetlerimiz döneminde uyguladığımız politikalarla ülkemizi hem yerli hem uluslararası yatırımcı için cazip bir ortam haline getirdik ve uluslararası sermaye girişinde büyük artışlar sağladık. Hükûmet döneminde de ekonomik büyümeyi bu anlayışımızdan taviz vermeden sağlayacağız.”(s.70)
Günümüz kapitalizmine göbekten bağlılık daha açık nasıl dile getirilir ve “biz hep böyle idik, böyle kalacağız” denilebilir? AKP tercihini yapmıştır, gözü memleketimizi yerli ve uluslararası yatırımcı için cazip bir ortam haline getirmekten başka bir şey görmemektedir.
“Sermaye için cazip ortam” tanımı gereği emek için zararlı ortam demektir. Zaten, AKP’nin sermaye için gerçekleştiregeldiği ve gerçekleştirmeye devam edeceğini taahüt ettiği ortamı nasıl oluşturacağına baktığımızda emek düşmanlığı net bir biçimde görülüyor:
“… temel stratejimiz, özel sektör öncülüğünde, dışa açık ve rekabetçi üretim yapımızın geliştirilmesidir. Verimlilik artışı ve sanayileşme sürecinin güçlendirilmesi, bu stratejimizin temel yapı taşlarını oluşturmaktadır. ” (s.71)
“Rekabet” ve “verimlilik” yanyana kullanıldı mı, emek düşmanlığı açık edilmiş olur. “Dışa açık” olacaksın, rekabete edebilmek için verimlilik artışı sağlayacaksın ve de bunu özel sektör öncülüğünde yapacaksın. Bu strateji emek sömürüsünün reçetesidir: Emekçilere verilen mesaj nettir: daha kısa sürede, daha çok üreteceksin, ama ücret artışı talep etmeyeceksin ki birim maliyet düşsün, piyasa payı artsın, sermaye daha çok kâr etsin, yatırım yapsın ve de ekonomimiz büyüsün. Haydi hayırlısı bu dünya konjonktüründe…
İnsanın aklına, “AKP uygulayacağı bazı devlet politikaları ile emek sömürüsünün etkisini azaltacak hiç bir şey yapmıyor mu?” sorusu gelebilir. Bu sorunun cevabı AKP’nin vergi ve kamu harcamaları tercihlerindedir. Program’ın bu alanlara ilişkin taahütleri neredeyse “emek düşmanlığına devam edeceğim, sömürüyü katmerli hale getireceğim” diye bas bas bağırmakta. Abarttığımız sanılmasın, malum Program’dan önce kamu harcamalarına sonra da vergilere ilişkin vaatleri aktaralım:
“… mevcut harcama programlarını gözden geçirerek …. kamu faiz dışı harcama büyüklüğünün belirli bir seviyede tutulmasını sağlayacağız. … ayrıca, kamu harcama büyüklüğünün …. sınırlandırılmasını.. hedefliyoruz” (s.78).
“Verginin tabana yayılması gibi gelir artırıcı çalışmalarla oluşturulacak mali alan ile yeni politikaların uygulanmasına imkân sağlayacağız” (s.71).
Bu havalı ifadelerin anlamı, emekçiler devletten bir şey beklemesin, hatta daha çok vergi ödemeye hazır olsundur. Öyle ya, kamu harcamaları “belirli bir seviyede tutul(acak)” ve “sınırlandırılacak(mış)”, yetmezmiş gibi “verginin tabana yayılması gibi gelir artırıcı çalışmalar..”yapacaklarmış! Benim lügatimde verginin tabana yayılması, emekçilerden daha çok vergi alınması demektir. Emeğin ödediği vergi, kamu harcamalarının kısıldığı bir ortamda arttırılıyor ise, bu uygulamanın net sonucu sömürü oranının yükselmesidir.
Malum deyişi ayakları üstüne oturtmanın zamanı gelmiştir: dervişin zikri neyse fikri odur!
Sendika.org