Cezaevlerinde sürmekte olan açlık grevlerine ilişkin hükümeti yayınladıkları deklarasyon ile uyaran 150 aydın adına bugün (1 Ekim 2012) Taksim Hill Otel’de yapılan toplantıya, aralarında Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Murathan Mungan, Prof. Dr. Özdemir Aktan gibi isimlerin de olduğu çok sayıda aydın, gazeteci, sanatçı, bilim insanı ve siyasetçi katıldı. Salona, "Vakit geçiyor… Geç olmadan, ölümler konuşulmadan…" pankartı asıldı.
Vedat Türkali’nin çağrısıyla bir araya gelen sanatçılar hükümete seslenmek için bir çağrı metni hazırladı. Murathan Mungan, Orhan Alkaya, Nur Sürer, Redd Muzik Grubu, Kardeş Türküler, Aytac Arman, Altan Erkekli, Kazım Öz, Hüseyin Karabey, Ayfer Düzdaş, Ferhat Tunç, Yusuf Çetin, Füsun Demirel, Semir Aslanyürek, Kenan Bal, Funda Şirinkal, Şebnem Sönmez, Erdal Ceviz, Senar Turgut, Erkan Can, Menderes Samancılar, Serdal Genç’in gibi bir çok aydın ve sanatçının imzasını taşıyan çağrıda:
"Açlığı Bitirmek İnsanlığı Başlatmaktır. Açlık grevlerini yok sayabilirsiniz. Yok saydığınızla burun buruna gelmenize tek parmak kaldı. Bilinebilen zamanlardaki en masum taleplere, sınır tanımaz kibrinizle karşı koyuyorsunuz. Siz bu yeteneğinizi marifet sayıyorsunuz. İnsan ölümleri kibrinizi okşayan bir sevince dönüşmesin, inandığınız her ne var ise, yaşama hakkı adına orada durun. Hiç bir zaman, hiç bir iktidar bu kadar az ve bu denli somut taleple karşılaşmadı. Bu talebi karşılayın. Kendinizi bu kadar çok sevmeyin. Biraz da insanı sevin. Artık anlayın; insanın direnme gücü karşısında ayakta kalabilen hiçbir iktidar yok. İnsan olmanın korkutucu bir tarafı yok. İktidarın geçici yürütücüleri; lütfen insan olun. Tutsaklara kulak verin. Kibrinizin tutsağı olmayın. Vücudunu açlığa yatırmış her insan, insanlığın direnci ya da ölümüdür. Gecikmeyin. Biz altında imzası olanlar, en son âna kadar hak için, adalet için, barış için, özgürlük için konuşmaya devam edeceğiz. Bizden bu kadar uzak kalmayın. Üzmeyin, üzülmeyin. Öldürerek ölmeyin." denildi.
Taksim Hill Hotel’de yapılan toplantıda şu ifadeler yer aldı:
Yaşar Kemal:
“Daha önceki açlık grevlerinde de tüm yetkililer ve hükümet sorumluydu, bu sefer de sorumlular. Bugün açlık grevleri tutanların oğulları, babaları da bu mücadelede taraf olacak, bir nesli yok edecekler". dedi.
Gürsoy: Randevulara yanıt verilmedi
Gürsoy, Başbakan’ın "Açlık grevleri diye bir şey yoktur şov yapılıyor" sözleri sırasında bile açlık grevi eyleminin çok kritik bir aşamaya geldiğine dikkat çekti. Bildiri yayınlayarak iktidarı uyardıklarını kaydeden Gürsoy, dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın da, "Bunlar cezaevlerinde yiyecek stoklamışlar, gizli gizli yiyorlar" sözlerini hatırlatarak, o dönem cezaevinden 12 yurttaşın cenazesinin çıktığını söyledi. Gürsoy, sorunun çözümü konusunda iki cümle etmenin yeterli olduğu bir dönemde bunu esirgeyen insanların ölümlerin sorumlusu olacağına dikkat çekerek, toplantıya katılanların birçoğunun Adalet Bakanı ile iki hafta önce konuşma yaptıklarını ve meselenin çözülebileceğine dair iyimser yorumlar yapıldığını söyledi. Başbakan’dan bu konuda ciddi bir adım görmediklerini belirten Gürsoy, tam tersine açlık grevindekilerin en hassas noktalarını örseleyen tavırlar sergilediğini söyledi. Randevular talep ettiklerini ve henüz yanıt verilmediğini belirten Gürsoy, Noam Chomsky’nin de aralarında bulunduğu yazarların, aydınların da taleplerin yerine gelmesi çağrısında bulunduklarını kaydetti.
Aydın Engin: ‘Yiyip içiyorlar’ demek ölümlere çanak tutmaktır
Engin, hükümete sadık medyanın meslek ahlakını zorlayarak, "Böyle açlık grevi olmaz" havası yaydıklarını belirterek, açlık grevine yatanların taleplerinin zaten hükümetin gündemine aldığı konular olduğunu hatta Başbakan’ın kendi ağzıyla, "İmralı ile görüşürüz" sözlerini hatırlattı. Bu talepleri manasız bulanların gazeteleri okumalarını ve abdest tazelemeleri gerektiğini ifade eden Engin, "Meslek hayatımda keşke olmasaydı dediğim ölüm oruçları oldu. 40’ıncı gün kritik gündür. Adım adım anason kokusu duyulmaya başlar soluklarda ve önce açlık grevinde olan duyar. 49. ve 50. günler çok kritiktir. Anason kokusu çevredekiler tarafından başlar. Bunun anlamı, bedende geri dönülmez sakatlıklardır. O yüzden ‘yiyip içiyorlar’ gibi ahlak dışı söylemler, ölülerin çıkmasına, ölüm olmasa da wernicke korsakoff çıkmasına çanak tutmaktır" dedi.
Özdemir Aktan: Büyük bir endişeyle izliyoruz
Aktan, TTB’nin bu süreci büyük bir endişeyle izlediğini, geri dönüşleri olmayan noktalara gelmek üzere olunduğunu belirtti. Süratle müdahale edilip, taleplerin ciddi şekilde gözden geçirilmesi gerektiğini belirten Aktan, "Zaten yiyorlar" sözleri ile açlık grevi yapanların belli miktarda B1, su, tuz ve şeker kullanmalarının kastedildiğini bunun da acıklı bir yorum olduğunu dile getirdi.
Bekaroğlu: Adımı atmayanlar ölümlerden sorumlu olacak
Bekaroğlu, bir ülkede hak arama aracı olarak ölüm oruçlarına mecbur kalınmasının çok acı olduğunu; ancak Türkiye’nin hala bu noktada olduğunu söyledi. Yetkililerden adım atılmasını isteyen Bekaroğlu, siyasi talepler diye yerine getirilmeyecek bir şey olmadığını söyledi. Tecridin kaldırılması ve anadilde savunmanın zaten gündemde olduğunu belirten Bekaroğlu, "Bu adımı atmayanlar bu ölümlerden sorumlu olacak. Bu iş Kürt meselesinden kaynaklanıyor. Bu mesele çözülmeden, açlık grevlerine son verilse de yarın başka sorunlar çıkacak. Bu güven problemidir. Bunların aşılması için bu süreç fırsata çevrilebilir güven ortamı için" diye konuştu.
Livaneli: Her zulüm toplumu hastalandırır
Zülfü Livaneli, "1996’da cezaevinde ölmüş bir genci gördük. Bu benim hala rüyalarıma girer. Çok ağır şeyler bunlar. Fakat bunun muhatabı ölüm oruçlarına yatanlar değil. ‘Bırakın’ demek de yol değil. Biz diyoruz ki insan hayatı en yüce değerdir, o diyor ki ‘benim davam hayatımdan önemlidir’ bu çok temel bir farklılık. O bakımdan muhatabımız hükümettir ve başbakandır. Kürt dilinde yasak olmasaydı biz 40-50 bin insanımızı kaybetmezdik" dedi. İki temel talebin hükümet tarafından dillendirildiğini Adalet Bakanı’nın ‘sesiniz duyulmuş’ dedikten sonra Başbakan’ın kuzu kebap edebiyatına sarılmasını eleştiren Livaneli, "Yıllardan beri biliyoruz. Her idam, zulüm sonunda tüm bünyeyi hastalandırıyor. Toplum hastalanıyor, toplum çürüyor. Başbakan’a sesleniyoruz üslubunuzu değiştirin" dedi.
Murathan Mungan: Gün gelecek herkes anadilinde kendini savunacak
Konuşurken duygulu anlar yaşayan Yazar Murathan Mungan, "60’a yakın kitabın üstünde imzanız olması, çaresizliği doğru ve güzel dillendireceğiniz anlamına gelmez. Bugün niye buradayım. Aydın, yazar, şair olduğum için değil, yurttaşlık, hayat bilgisine, temel insani değerlere sahip olduğum için, her insanın ses çıkarması ve söz alması gerektiğine inandığım için buradayım. Bizler kendilerini ifade etmek konusunda daha şanslı olanlar, kendilerini ifade etmek konusunda şansı olmayanların, her kesimden mağdurun sesi, sözü olmak zorunda. Yazmanın, söz almanın, ses çıkarmanın temel var oluş nedenlerinden biri bu olduğu için buradayım. Temel, adil yargılanma hakkı, kendini anadilinde savunma ve ifade hakkı için buradayım. Ne olursa olsun kaç kişi ölürse ölsün. Bir gün bu ülkede gün gelecek herkes kendi anadilinde eğitim yapacak, kendini savunacak. Buraya ne kadar çabuk ulaşırsak, gökdelenler yerine temel insani değerleri yükseltirsek, bu yol o kadar kestirme olur. Tarih, diyalektik insanlara rağmen kendi akarını buluyor" ifadesinde bulundu.
‘Ortak hayallerimiz ne oldu’
Bu açlık grevlerine neden olan koşulların aşılması gerektiğini belirten Mungan, "Bir insanın kendi bedenine şiddet uygulama pahasına sesini çıkarma gayretinin tartışılabilir yanı olduğunu düşünmüyorum. Derin bir uçuruma gidiyoruz. Dilimizi hınç ve öç dili belirliyor. Bir arada yaşamak zorunda kalan insanlar birbirini anlamanın, dinlemenin, dokunmanın dilini, temel insani değerleri bilmek zorundadır. Açlık grevindekilerin sağlık sorunları kadar iktidardakilerin dilleriyle, söylemleri, tavırlarıyla akıl ve ruh sağlığı bu toplumu çok etkiliyor. Tüm bunların aşılması için toplumun tüm kesimleri ses çıkarmalı. Daha kaç kişinin ölmesi gerekiyor, daha kaç açlık grevinin yapılması gerekiyor, daha kaç insanın hayatının zindanlarda söndürülmesi gerekiyor. Bugün sadece İmralı’da tecrit yok, Türkiye’de de tecrit var. Hakikati öğrenme korkusuyla büyütülüyoruz. Bilgimiz, öğrenme hakkımız tecrit edilmiş vaziyette. Benim burada kendimi ifade etmek konusunda çektiğim çaresizliği, hapishanede kendini ifade etmek konusunda çaresizlik çekenleri çarparak hayal etmenizi istiyorum. Ortak hayallerimiz ne oldu. Gelecek tasavvurumuz ne oldu? Bütün bunları yeniden konuşmanın zamanı gelmedi mi kimse ölmeden, öldürmeden" diye konuştu.
Türkiye PEN Başkanı Tarık Günersel:
"Başbakan açlık grevi yoktur diyorsa o başka bir ülkenin Başbakanı. Realite terbiyesinden kopuk bir halde kendi dünyasında vahim bir vaka durumunda. Psikolojik destek alırsa hepimizin yararına, barışın yararına olur" dedi.