Bugün 13 Mart. Bundan tam bir ay önce, 13 Şubat 2012 sabahının şafak vaktinde kadın yönetici ve üyelerimizin evleri basıldı. “Etrafta kuş uçurtmayan”lar arkadaşlarımızın odalarında, kitaplıklarında sistemi alaşağı edecek “deliller” aradılar.
Her yayınevinin raflarında bulunacak kitapları, dergileri “etkisiz hale getirerek” çuvallara doldurdular.15 kadın yönetici ve üyemiz, çocuklarının ürkek, ne olduğunu anlamaya çalışan sorgu dolu bakışları eşliğinde üstün başarı ile tamamlanan “operasyon” sonucunda gözaltına alındılar.Kendilerine soruşturma dosyası gösterilmeyen arkadaşlarımız Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısının sorduğu sorulardan neyle suçlandıklarını anlamaya çalıştılar. Anlamaya çalıştılar diyoruz, çünkü sorulan soruların tutuklanma gerekçesi yapılmasını insanım diyen hiçbir vicdanın kabul etmesi mümkün değildir.
Gözaltına alınan kadın sendikacı arkadaşlarımıza üç gün boyunca emniyette tek bir soru bile sorulmadı. Gözaltının dördüncü gününde kendilerine soruşturma dosyalarını göstermeyen Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı tarafından 8 Mart eylemlerine katıldınız mı? Neden 8 Mart’larda diğer kadın platformları ile ortak etkinlik yaptınız? 25 Kasım kadına yönelik şiddetle mücadele günü etkinliklerine katıldınız mı? Eğitim, sağlık hakkı konulu paneller, konferanslar düzenlediniz mi? Katıldınız mı? Yargılanan KESK yönetici ve üyelerinin davalarını izlediniz mi? Dayanışma için duruşmalara gittiniz mi? şeklinde sorular sorulmuştur.
Mahkeme kararıyla teknik takibe alınan arkadaşlarımız 3 yıl boyunca takip edilmiş, telefonları dinlenmiş, elektronik postaları izlenmiştir. Bu teknik takibin sonucunda hiçbir suç unsuru bulamayanlar, arkadaşlarımıza tamamen sendikal faaliyet kapsamında yaptığımız eylem ve etkinlikleri kapsayan bu soruları sormuştur. 2009 yılında başka bir ceza soruşturmasında açığa çıkan ve hiç kimse tarafından dikkate alınmayan imzasız, kimin tarafından yazıldığı belli olmayan bilgisayar çıktısı özgeçmiş raporları hukuksuz, keyfi tutuklamaların delili olarak sunulmuştur. Bundan önceki her tutuklamada yaşadığımız gibi, savcılık tamamen emniyetin yönlendirmesiyle hareket etmiş, “Sanık lehine delil toplama”, “Masumiyet karinesi” gibi Ceza Hukuku ilkeleri çiğnenerek daha dava bile açılmadan arkadaşlarımıza suçlu muamelesi yapılmıştır.
Bundan tam bir ay önce gözaltına alınıp 16 Şubat’ta tutuklanan kadın arkadaşlarımızla birlikte KESK’in bugün 40 yöneticisi ve üyesi tutukludur. Yine 25 yönetici ve üyesi hakkında verilen 6 şar yıl 3 er aylık hapis cezası temyiz aşamasındadır.
Arkadaşlarımız bu cezaları hak edecek ne yapmıştır? Ellerine silah mı almışlardır? Hırsızlık mı yapmışlardır? Kime şiddet uygulamış, kimi linç etmişlerdir? İhaleye fesat mı karıştırmışlardır? Devletin malını, parasını zimmetlerine mi geçirmişlerdir? Bugün cezaevlerinde olan, haklarında davalar açılan arkadaşlarımız bu utanç verici suçların hiç birisini işlememiştir. Onların ve biz tüm KESK’lilerin suçu onurlu mücadelemizde kimseye biat etmememizdir. Suçumuz, iktidara gönüllü kulluk yapıp, eteğini öpenlerden, nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilenlerden olmayışımızdır.
Bizler çok iyi biliyoruz ki, ülkemizde emekçiler, işçiler hakları ve özgürlükleri için mücadeleyi yükselttikleri her dönem gözaltılar, tutuklamalar, baskılar da peşi sıra gelmiştir. İşte bu nedenle, 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinin de ilk hedefi işçilerin, emekçilerin mücadele örgütleri olan sendikalar olmuştur. Bugün de tablo çok farklı değildir. Bugün 12 Eylül’le hesaplaşma iddiasında olanlar, emek düşmanlığı konusunda darbe dönemi yönetimlerini bile gölgede bırakacak politikaların altına imza atmaktadır. İktidarlarının pervasız saldırılarına karşı boyun eğmeyen, sesini yükselten herkesi, her kurumu “bertaraf” edilmesi gereken potansiyel hedef haline getirmektedirler.
KESK, işte bu iktidardan yana taraf olmayanın bertaraf edilmesi üzerine kurulu sistemin temel hedefleri arasında yer almaktadır. Kimse gerçekleri çarpıtmaya kalkmasın. Her ne ad altında yapılarsa yapılsın aslında gerçekleştirilen “operasyonun” tek bir adı vardır. O da emek ve demokrasi güçlerini bertaraf etme operasyonudur. Kamu emekçilerinin sendikal mücadelesini tamamen “hükümetin güdümünde” biçimlendirecek yasal değişikliklere son halinin verilmek istendiği bu dönmede KESK’e yönelik baskıların artmasının, sadece son bir yıl içinde 30 üyemizin tutuklanmasının tesadüf olmadığı açıktır.
Toplumsal yaşamın her alanında ayrımcılık yaşayan, tacize-tecavüze uğrayan, vahşi cinayetlere kurban edilen kadınların sesi olmaya çalışan kadın yönetici ve üyelerimizin, 8 Mart Kadınların Uluslar arası Birlik Mücadele ve Dayanışma Gününün hemen öncesinde tutuklanmalarının tesadüf olduğuna hiç kimseyi inandırmak mümkün değildir. Katilleri, tetikçileri, tecavüzcüleri, kadına şiddet uygulayanları “iyi hallerini görerek” dışarı salarken sendikal hak ve özgürlükleri için mücadele edenlerin peşinen suçlu ilan edilip, tutuklanmasını kabul etmek mümkün değildir.
Eğer emek ve demokrasi mücadelesi vermemiz, sendikal haklar kapsamında yaptığımız faaliyetlerimiz suçsa biz de arkadaşlarımız kadar suçluyuz. Bizi de gözaltına alın, bizi de tutuklayın. KESK olarak, bizleri baskı altına almaya çalışan, haklı mücadelemizden döndürmeyi amaçlayan bu tür hukuk dışı ve fiili uygulamaları geçmişte olduğu gibi, bugün de kararlılıkla aşacağımızın, her türlü baskıcı otoriter uygulamalara karşı duracağımızın bilinmesini istiyoruz.
Buradan Adalet Bakanına sesleniyoruz;
Bu hukuksuzluğa, keyfi tutuklamalara, KESK’e yönelik baskılara derhal son verin.
Başta kadın yöneticilerimiz ve üyelerimiz olmak üzere bütün tutuklu arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın.
KESK’E DOKUNMAYIN. Bugüne kadar birçok hükümet KESK’i yok etmek istedi ama hükümetler geldi geçti, KESK hala ayakta ve mücadeleye devam ediyor.
Lami Özgen
KESK Genel Başkanı