Bugün 12 Mart 1971 darbesinin 41. yılındayız. 70’li yıllar tüm dünyada toplumsal/ulusal kurtuluş hareketlerinin ve 68 gençlik hareketinin de etkisiyle işçilerin, emekçilerin mücadelesini yükselttiği bir dönemi ifade etmektedir.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de tüm kesimlerin demokrasi mücadelesini yükselttiği bu dönem başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeleri tedirgin etmiştir. Dünya ezilen halklarının demokrasi ve özgürlük taleplerinin önüne geçmek isteyen emperyalistler, kanlı tezgâhlarında rol alacak yerli işbirlikçileri bulmakta zorlanmamıştır. Bugün 41. yılına girdiğimiz 12 Mart Faşist Darbesi, planlamasını emperyalistlerin yaptığı, yerli işbirlikçilerin hayata geçirdiği kanlı tezgâhların en önemlilerinden birisidir.
Darbeyi gerçekleştirenler de bu amacı gizlememiştir. Bizzat darbenin generali Memduh Tağmaç’ın “Toplumsal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” sözleriyle, toplumsal uyanışın tırpanlanması için emekçi halka karşı başlatılan ‘Balyoz Harekâtı’ darbenin kimlere ve hangi taleplere yönelik yapıldığını net bir biçimde ortaya koymaktadır.
Sonuçta 12 Mart 1971 Askeri Darbesi’yle demokrasi isteyen toplumun tüm dinamik kesimleri baskı altına alınmış, işçiler, emekçiler, devrimciler, aydınlar, üniversite gençliği işkenceden geçirilmiş, cezaevlerine doldurulmuştur. 12 Mart Darbesi ile ilk adımları atılan askeri faşist sistem 12 Eylül Askeri Darbesi ile kurumsallaştırılmıştır. Ancak aradan geçen 41 yıla rağmen 12 Mart darbecileri hakkında ne bir soruşturma açılmış ne de darbenin arkasındaki gerçek güçler açığa çıkarılmıştır. Bundan cesaret alan darbeciler 12 Mart sonrası ülkemizde yeniden yükselen anti-emperyalist ve devrimci uyanışa müdahale edip topluma yeni bir biçim verecek “koşulları yaratarak” 12 Eylül Faşist Darbesi’ni gerçekleştirmiştir.
12 Mart’ta olduğu gibi 12 Eylül’ün nedenleri de sonuçlarına bakılarak kolayca anlaşılabilir. 12 Eylül’ün ardından dönemin TİSK Başkanı Halit Narin “Şimdi gülme sırası bizde!” derken, kuşkusuz sermaye açısından askeri faşist darbenin mahiyetini özetliyordu.
12 Eylül, ülkemizde, ekonomik bunalım ve faşist saldırılar karşısında gelişen devrimci-ilerici muhalefeti ve Kürtlerin özgürlük talebini bastırmak için gündeme geldi. 12 Eylül Darbesi, ekonomik bunalımın 24 Ocak Kararları olarak bilinen IMF’nin sömürü politikalarının uygulanması ve Türkiye’nin ABD ekseninin dışına çıkabilme ihtimalinin bertaraf edilmesi için gündeme getirildi.
Bunun için 12 Eylül’de öncelikle kısmi hak ve özgürlüklerin bulunduğu 61 Anayasası ortadan kaldırıldı, sendikalar kapatıldı, emekçilerin örgütleri dağıtıldı, toplu sözleşme ve grev hakkı yasaklanarak azgın sömürü politikaları uygulanmaya başlandı. Halkın büyük çoğunluğu işkenceden geçirildi, tutuklandı devrimciler, sosyalistler, yurtseverler, demokratlar, aydınlar için işkence masaları ve idam sehpaları kuruldu. Yükselen halk hareketinden korkan darbeciler yaşlarını büyüttükleri gençleri dahi idam etmekten geri durmadı. İnsanlıktan çıkmış caniler Mamak, Metris ve Diyarbakır başta olmak üzere tüm cezaevlerinde insanlık onurunu yok eden ve kişisizlikleştirmeyi dayatan aşağılık işkenceler yaptılar.
Darbeyle birlikte ülkenin ilerici-demokrat-devrimci potansiyeli bastırılırken, bunun yerine ABD’nin “Yeşil Kuşak” projesi ile Türk-İslam sentezi bir devlet ideolojisi haline getirildi. Bu dönemde cemaat ve tarikatların gelişiminin önü devlet eliyle ve olanaklarıyla açıldı. Kenan Evren gittiği yerlerde ayetler okurken, Fettullah Gülen de onu “cennetlik” ilan ediyordu.
Darbenin ekonomik programını uygulayan kişi ise darbenin gizli kurmaylarından MESS Eski Başkanı Turgut Özal’dı. Turgut Özal, 24 Ocak Kararları olarak bilinen ekonomi programını uygulayarak, piyasacılığın temellerini attı. Özal ile birlikte, kapitalist küreselleşmeye eklemlenme doğrultusundaki adımlarla ilk özelleştirmeler hayata geçirilmeye başlandı.
Özetle, 12 Eylül Darbesi ile Türkiye’de ABD emperyalizmine bağımlılık içerisinde yeni bir sömürü düzeninin kurulmasına ilk adım atıldı. Bugün yaşanan gelişmelerin temeli de 12 Eylül’e dayanmaktadır.
30 yıldır, 12 Eylül’ün hukuku ve kurumları ile yönetilen ülkemizde, bütün iktidarlar bu düzeni derinleştirmiştir. Özelleştirmeler ile kamu işletmelerinin satılması, kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi, emekçilerin haklarının her geçen gün geriletilmesi ve toplumun dinci, gerici ve ırkçı kuşatması altına alınmasına yönelik gelişmelerin önünü 12 Eylül Darbesi açmıştır.
Bugün, 12 Eylül’e ilişkin yapılan tartışmalarda neredeyse kimse bundan söz etmiyor. Darbenin bütün kurumlarına ve yasal düzenlemelerine dayanarak ve 12 Eylül’ün “Türk/İslam Sentezci” gerici-faşist akımları güçlendirerek yaratılan toplumsal iklimin sonucu olarak iktidar olan AKP, bugün darbeyle hesaplaşma iddiaları ile ortaya çıkmaktadır. Darbenin ürünü olanların darbeden hesap sorması elbette beklenemez. Bugün AKP, sözde darbelerle hesaplaşma adı altında kendi hegemonyasını güçlendirmeye çalışmakta, aynı zamanda kendisinin de tarihi olan gerici-faşist sağ akımların tarihsel sorumluluklarının üzerini örterek tarihi çarpıtmaya çalışmaktadır.
Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ile ilgili oluşturulan iddianame tam da bu bakış açısıyla yazılmıştır. İddianame ile devrimciler bir kez daha sanık sandalyesine oturtulmakta, 12 Eylül zihniyeti aklanmaktadır. O dönemdeki kontr-gerilla ve sivil faşistlerin saldırıları ile gerçekleşen bütün saldırı ve katliamlar için adeta halkın can güvenliği için direnenler sorumlu tutulmaktadır.
CIA İstasyon Şefi Paul Henze’nin “Bizim oğlanlar başardı!” dediği 12 Eylül Darbesi’nin arkasındaki ABD rolü ve sermayenin yönelimi tartışılmadan darbeyi anlamak da onunla hesaplaşmak da mümkün değildir. Bugün, iki darbeci generalin yargılanması üzerinden yaratılan hesaplaşmanın hiçbir gerçekliği bulunmamaktadır. Kuşkusuz, darbeci generallerin yargılanması olumludur, bununla da sınırlı kalmadan bütün işkenceciler ve darbeciler yargılanmalıdır. Ancak, 12 Eylül’ün kurumları ve zihniyetleri ile bugünkü iktidar eliyle sürdürülürken kimse darbeyle hesaplaşıldığına bizi inandıramaz.
Darbelerle hesaplaşmak, emperyalizmle olan bağımlılıkla hesaplaşmaktır!
-
Darbelerle hesaplaşmak, emekçilerin haklarına yönelik saldırılarla hesaplaşmaktır!
-
Darbelerle hesaplaşmak, halkların kültür ve kimliklerini yok sayan tekçi, ırkçı, şoven anlayışla hesaplaşmaktır!
-
Darbelerle hesaplaşmak, zorunlu din dersleriyle, toplumun gericiliğin kuşatması altına alınmasıyla hesaplaşmaktır!
-
Darbelerle hesaplaşmak, işsizlikle, güvencesiz çalışma ve sendikal haklara saldırılarla hesaplaşmaktır!
-
Darbelerle hesaplaşmak, onun ürünü olan AKP iktidarı ile hesaplaşmaktır!
-
Darbelerle hesaplaşmak, bugünkü kapitalist sömürü ve baskı düzeni ile hesaplaşmaktır!
Dün, 12 Eylül’ün kapattığı emekçilerin güvencesi olan sendikalar bugün AKP tarafından yasalarla ‘fiilen kapatılmaya’ çalışılmakta; her gün yapılan operasyonlarla tıpkı 12 Eylül’deki gibi Türkiye bir açık hava hapishanesine dönüştürülmekte; 12 Eylül’de kitaplar yakılırken bugün basılmamış kitaplar suç sayılırken darbelerle hesaplaşmaktan söz etmek büyük bir kandırmacıdır.
Eşit, özgür, kardeşçe ve bağımsız bir Türkiye kurma mücadelesinde sömürü düzeni ile hesaplaşarak darbelerle de gerçek bir hesaplaşmayı emekçiler mutlaka yapacaktır.
Biz emek ve meslek örgütleri 12 Eylül’ün toplumsal düzeniyle ve bu düzenin bugünkü sürdürücüleri ile mücadeleye kararlılıkla devam edeceğiz.
DİSK – KESK – TMMOB – TTB