Sağlık Bakanlığı 19 – 20 Nisan grevine katılanlar için adeta cadı avı başlatıp, soruşturma açmaya yeltenirken “dönüşüm programı” adıyla dayattıkları piyasacı sağlık sistemi tel tel dökülüyor. Sadece üç gün içerisinde yaşanan üç olay bu sistemin sürdürülemeyeceğinin açık kanıtıdır. Sistem çalışanları da vatandaşı da mağdur etmekte, ölümler, bebek ölümleri kaçınılmaz hale gelirken hiç suçu günahı olmayan sağlık çalışanlarının payına da dayak ve şiddet düşmektedir.
·22 Nisanda İstanbul’da bir taksi şoförü olan 59 yaşındaki Yusuf Dalgın karın ağrısı ile Taksim Hastanesine götürülüyor. Acilen genel cerrahi ve kalp damar cerrahisi tarafından ameliyat edilmesi gerekiyor. Ancak kamu hastanelerinde tüm çabalara rağmen yer bulunamadığı gibi özel hastanelerin acı çeken, hayati tehlike içerisindeki hastadan beklentisi 20 bin lira ile 150 bin lira arasında değişiyor. Nede olsa piyasa, hem de serbest piyasa. Sağlık Bakanı yıllar önce bunu hedeflemişti ve işte muhteşem sağlık piyasası. Sonuç; ölüm!..
·Birkaç ay önce Samsun Tekkeköy’de 2,5 aylık Kübra Bebek kaldırıldığı Samsun Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesinde hayatını kaybetti. Ölüm nedeni malnutrisyon (beslenme yetersizliği) olarak geçmişti kayıtlara. Sağlık Bakanının yere göğe sığdıramadığı “dönüşüm programı” nın bir sonucu olarak bir bebeğimiz açlıktan öldü. 21. yüzyılda, nüfusun önemli bir kısmının obezite, aşırı beslenme nedeniyle sağlık sorunu yaşadığı bir ülkede oldu bu olay. Üstelik teşhis yani ölüm nedeni İstanbul Adli tıp Kurumu tarafından doğrulandı. Bu muhteşem “sağlıkta dönüşüm programı” sayesinde bebek ölümlerinde OECD ülkeleri içerisinde birinci durumda ülkemiz.
·Diyarbakır’ın Bismil ilçesine balı Kocaköy beldesinde hastane olmadığı için aile hekimliği merkezinde acil nöbeti tutan Dr. Bahar TEKİN kaymakam tarafından yatalak bir hastanın evine gitme talimatına haklı olarak karşı çıkıyor. Çünkü o an acil hastaları var ve o mekandan ayrılması mümkün değil. Buna rağmen sorunun çözümü için çaba sarf ederken kaymakam tarafından ciddi biçimde darp ediliyor. Öyle ki kaymakam polislerin yanında bile tehditlerini savurmaya devam ediyor. Son yıllarda sağlık çalışanları sürekli saldırıya uğruyor ve bu durum herkes tarafından biliniyor. Gelinen aşamada artık mülki amirler saldırıyor. Öncelikle sağlık çalışanını korumakla görevli bir mülki amirin bizzat saldıran haline geldiği bir sağlık ortamının sorumlusu kimlerdir? Bu aşamaya nasıl gelinmiştir? Belli ki kaymakam kendisine çok güveniyor. Korunacağını, olayın kolayca kapatılacağını biliyor. Sağlık hizmetleri piyasalaştıkça sağlık emekçilerinin değeri azalıyor. Onlar dövülüp, sövülecek köleler olarak görülüyor.
Üç günde üç sağlık skandalı haberi. Belli ki piyasacı sağlık sistemi çökmüş durumda. Parası olmayanlar, yoksullar başta olmak üzere hiç kimsenin sağlık güvencesi yok. Hizmet paraya endeksli ve hayatlar tehdit altında. İşte sendikamız SES bu dramatik tabloyu engellemek için yıllardır mücadele ediyor. “Dönüşüm programı” nın gerçekte sağlıkta özelleştirme, sağlık hizmetlerini piyasalaştırma olduğunu anlatıyor. Son olarak 19 – 20 Nisanda yapılan iki günlük grevin de en önemli hedefi bu hatalı, paraya endeksli programı durdurmak yerine kamusal bir sağlık sistemi inşa etmekti. Bunun için iş güvencesi, gelir güvencesi, can güvencesi ve herkese eşit, ücretsiz, ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hizmeti talep ediliyordu.
Gelinen aşamada Sağlık Bakanının seçenekleri sınırlıdır. Ya bu programdan vazgeçerek kamusal bir sağlık sistemine yönelecek ya da İMF, DB ve onların arkasındaki küresel sermayenin baskısıyla bu yanlış yolda ısrar edecek. Yanlışta ısrarın bir yolu da bu yanlışa karşı çıkan sağlık emekçilerine baskı ve zor yöntemler uygulamaktan geçecek. Muhalefet sindirilmeye, bastırılmaya çalışılacak. Tabi bizler buna boyun eğip, bu onurlu mücadeleden vazgeçersek bakan başarılı olacak. Peki ya boyun eğmezsek? Bu durumu da sayın bakan düşünmeye başlarsa iyi olur.
Bizler gerçek anlamda kamusal bir sağlık sistemi istiyoruz. Bunun için mali kaynak da, insan gücü de, hizmet modelleri de, aşı, ilaç ve teknoloji üretimi yapacak altyapı ve birikim de, demokratik katılım modelleri de var. Bunları biliyoruz ve bunları istiyoruz. Alıncaya kadar da hiçbir tehdide, baskıya boyun eğmeyeceğimizin bilinmesini istiyoruz.
SES MERKEZ YÖNETİM KURULU