Sermaye Küreselleşirken
Küreselleşme, kapitalizmin ortaya çıkışından itibaren onun ayrılmaz bir parçası olmasına karşın, 1970’li yıllarda giderek hız kazandı. Tüm dünyayı tek bir pazara dönüştürme hedefi elektronik ve bilgi işlem teknolojilerindeki gelişmeleri de arkasına alarak devam ediyor.
Sermayenin küreselleşme sürecinde;
a) Mal, hizmet ve finans piyasalarının serbestleşmesi ve uluslararası sermayenin önündeki tüm engellerin kaldırılması,
b) Ulusal üretim ve emek piyasalarının kuralsızlaştırılması
hedeflenmektedir.
Ekonomik refahın artmasının biricik koşulu ve başarının ölçütü olarak sermayenin karlılığı gösterilmektedir. Buna göre, başta eğitim, sağlık, sosyal alt yapı olmak üzere kamu hizmetlerinin piyasanın görünmez eline (kar güdüsüne) bırakılması savunulmaktadır. Böylece piyasanın (kar güdüsünün) önündeki tüm engeller kaldırılacak, kamusal alan daraltılacak, her türlü mal ve hizmet üretimi özelleştirilecektir.
Dünya ekonomilerinin tek bir pazara dönüştürülmesi için;
a) Ulusal devletin denetim gücünün uluslararası tekellere devredilmesi,
b) Emek piyasalarının esnekleştirilmesi ve emek örgütlerinin kazanımlarının kaldırılması,
iki temel strateji olarak belirmektedir.
Dünyanın tek bir pazara dönüştürülmesi önündeki engellerin kaldırılmasında siyasi müdahaleler de etkin rol oynamaktadır. IMF ve Dünya Bankası gibi tefeci örgütlerin bu süreçte önemli bir yaptırım gücü vardır. Borç yükü altında ezilen Türkiye gibi ülkelere küreselleşmeye uyum politikaları bu kurumlar tarafından dayatılmaktadır.
Yeni liberal politikaların az gelişmiş ülkelere önerdiği "kalkınma" modeli, daraltıcı para ve maliye politikalarına dayanan ve yüksek reel faiz ve devalüasyon riskinden arındırılmış bir döviz kuru sistemini amaçlayan, dışa açık iktisadi bir yapıyı öngörmektedir.
Sermayenin küreselleşmesi süreci, işsizliği ve yoksulluğu artırırken, gelir dağılımındaki adaletsizliği büyütmektedir. Gezegenimizde her gün 100 bin kişi açlık ve yan etkileri nedeniyle ölmektedir. Sadece 2000 yılında 36 milyon insan açlıktan ölmüştür. Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Birleşik Devletler’de 60 milyondan fazla yoksul var; Avrupa Birliği’nde bu sayının 50 milyonu aştığı tespit edilmiştir. Birleşik Devletler nüfusunun yüzde biri, ülke zenginliğinin yüzde 39’una sahip durumdadır.
Küreselleşmeye uyum politikaları, ülkemizde de "yıkım" getiren sonuçlara yol açmıştır. Yağma ve talanla birlikte anılan özelleştirmeler, işsizlik ve yoksulluğu artırmıştır. Kamu küçültülmeye çalışılmakta, ücretler daha da gerilemekte, tarım tasfiye edilmekte, taşeronlaştırma uygulamaları ve özelleştirmelerle sendikalar güçsüzleştirilmektedir. İşsizlik oranı ise, Cumhuriyet tarihinin en yüksek oranına ulaşmıştır. (Tablo-1)
GATS (HİZMET TİCARETİ GENEL ANLAŞMASI) NEDİR?
Bugün Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) içerisinde geliştirilen GATS rejimi uluslararası hizmet ticaretine ilişkin uzun erimli bir anlaşmalar bütünüdür.
1995 yılında kurulan Dünya Ticaret Örgütü’nün temelleri daha öncesinde sürdürülen ticaret görüşmeleri turlarına dayanmaktadır. Bu görüşme turlarında belirlenen politikalardan önemli bir tanesi de kamu hizmet alanlarının sermaye için pazar ve yeni kar alanları olarak yeniden yapılandırılması olmuştur. Nitekim bu program ve politikalarla, gerek ülkemizde ve gerekse tüm dünyada kamu hizmet sektörlerinin sermaye için önemli bir ticaret alanı haline getirilmesini sağlayan adımlar atılmıştır.
DTÖ 1 Ocak 1995 yılında yürürlüğe girdi. DTÖ içinde, hizmet alanlarının uluslararası ticaretini, dünya bağlamında denetleyecek bir anlaşma olan Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) imzalandı. GATS, uluslararası hizmet ticaretine ilişkin temel kavram, kural ve ilkeleri ortaya koyan ilk çok taraflı anlaşma idi. Türkiye bu anlaşmaya kurucu üye olarak imza koymuş, anlaşma 25 Şubat 1995 yılında TBMM’de onaylanan ve 26 Mart 1995 itibariyle resmi olarak yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütü üyeliği ile birlikte yürürlüğe girmiştir. 2002 yılı sonuna kadar anlaşmanın geliştirilmesi ve ulusal uyum süreçleriyle ilgili görüşmelerin sürdürülerek, 2003 yılı itibariyle bir rejim olarak uygulanması amaçlanmaktadır.
GATS ile hizmet sektöründeki ticari rekabet ve uluslararası hizmet ticareti önünde kalan son idari engellerin de aşamalı olarak kaldırılması hedeflenmektedir. Tüm hizmet alanlarının serbest piyasaya açılması için mevcut düzenlemeleri genişleten ve hukuki işlerlik kazandıran ilk çok taraflı yatırım ve ticaret anlaşmasıdır. GATS, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ulaşım, posta, belediye hizmetleri, doğa, kültür, içme suyu, ulusal kaynaklar gibi akla gelebilecek her türlü hizmet alanını kapsamaktadır. Piyasanın kar mantığına teslim edilmesi konusunda anlaşma sağlanan 11 temel kategori şunlardır:
1) Telekom, posta hizmetleri, görsel ve işitsel iletişim hizmetleri de dahil olmak üzere iletişim,
2) İnşaat ve bağlantılı mühendislik hizmetleri,
3) Eğitim,
4) Su iletim sistemleri, enerji ve atık su işleme,
5) Tüm çevresel hizmetler,
6) Finansal, mali ve bankacılık hizmetleri,
7) Sosyal hizmetleri de kapsayacak şekilde sağlık ve bağlantılı hizmetler,
8) Turizm, seyahat ve bu iki sektörle bağlantılı tüm hizmet ve ürünlerin üretimi,
9) Kültürel ve sportif hizmetler,
10) Kara, hava, deniz ve tüm diğer ulaşım hizmetleri,
11) Diğer hizmet alanları.
Bu kategorilerle ilgili sınırsız sayıda ürünün üretimi de piyasa koşulları ve GATS talimatlarına uygun olarak gerçekleştirileceği için, GATS muazzam bir kapsama sahiptir.
GATS hükümleri, kamu hizmetlerinin adım adım şirketlerin tekeline geçmesine yardımcı olacak biçimde dizayn edilmiştir. Anlaşmada, yabancı tacirlerin ülke pazarlarına girişlerinde sınırsız ve koşulsuz haklar sağlanması, şirketlere DTÖ ülkeleri aleyhinde DTÖ Tahkim Kurulu’na gitme hakkının tanınması ve potansiyel kar kayıplarının ev sahibi ülke tarafından karşılanması, kamu yararı standartlarının yaşama geçmesinin önlenmesi, hükümet fonlarının kamu yararı, belediye hizmetleri ve sosyal programlar için kullanılması yetkisinin sınırlandırılması gibi bir dizi "yıkım" düzenlemesi mevcuttur.
GATS halkları nasıl etkiliyor?
GATS, kamu yararı ve demokrasi kavramlarını dünya çapında tahrip eden bir anlaşmadır. Hükümetlerin yetkilerini, küresel sermayenin en üst kurulu olarak Dünya Ticaret Örgütü’ne devretmektedir.
Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ya da serbest piyasaya açılmasıyla kamudaki örgütlü emekçilerin yerini güvencesiz, örgütsüz ve daha ucuz emek alacaktır. Emek ucuzlayarak, ücret ve sosyal kazanımlar dibe vuracaktır. Bu süreç sadece kamu çalışanlarına zarar vermekle kalmayacak; tarımdaki çöküşle birlikte işsizlik artacak ve gerek hizmet üretimi için gerekli olan ürünleri de kapsaması, gerekse destekleme kredilerinin kalkmasıyla birlikte hem kamu hem de özel sektörde çalışan emekçiler doğrudan etkilenecektir. Kitlesel işsizlik ve mülksüzleşme söz konusu olacaktır. Yoksulluğun artması, sosyal standartların daha da gerilemesi aynı zamanda geniş kitleler açısından toplumsal dışlanmanın artması anlamına gelecektir. Eğitim, sağlık, beslenme, sağlıklı bir çevrede yaşama gibi en temel insan hakları piyasaya ve piyasanın acımasız kurallarına tabi kılınacaktır.
Eğitim: Eğitim piyasaya açılacaktır. Böylelikle kamu eğitim kurumları ya serbest piyasa ekonomisine uygun hareket edecekler ya da kamu eğitimi vermekten vazgeçecektir. Kamu eğitim kurumlarının piyasa ekonomisine uygun hareket etmeleri halinde, okullar piyasa ölçütünde fiyatlandırılacak; eğitim emekçileri, başta iş güvencesi olmak üzere sosyal güvencelerden mahrum bırakılacaklardır.
Sağlık: Kamu sağlık hizmetleri özelleştirilmediği takdirde, kamu, sağlık hizmetlerini piyasa fiyatlarında satmak zorunda bırakılacaktır. Şimdilik ve sadece en yoksul gruplar için kamunun belli düzeyde sağlık hizmeti vermeye devam etmesine göz yumulmaktadır.
Turizm ve her türlü kamusal ulaşım: Pasaport ve vize işlemlerinden suyun ve tarımsal gıdanın piyasa ekonomisine açılmasına, turizm okullarının özelleştirilmesinden her türlü kamusal ulaşımın özelleştirilmesine kadar geniş bir kapsam içermektedir.
Emeklilik fonları: Emeklilik fonları bütün dünyada hızla özel finans şirketlerine aktarılmak suretiyle özelleştirilmektedir.
Su dağıtım hizmetleri: Su kaynaklarının kamudan özel sektöre el değiştirmesi hedeflenmektedir. Suyun pahalanmasına koşut olarak halkın sağlığı da ciddi bir tehditle karşı karşıya kalacaktır. Suyun piyasa ekonomisine açılmasıyla birlikte tarım giderek küçülmek zorunda kalacak, dünya gıda üretiminde sorunlar büyüyecektir.
Hapishaneler: Hapishanelerin özel sektöre devredilmesi ve özel şirketler için üretim birimleri oluşturulması öngörülmektedir. Bugün ABD’de de yaşama geçirilen bu uygulama ile özel hapishanelerdeki tutuklular, şirket fabrikalarında zorla çalıştırılmaktadır.
Türkiye GATS’ın Neresinde?
Türkiye, GATS anlaşması ile hemen hemen tüm kamu hizmet alanlarının özelleştirileceği sözünü vermiş olmaktadır.
Hazine Müsteşarlığı, anlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana Hazine Müsteşarlığı Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü’nün koordinasyonunda gelinen noktanın "hedeflenenden daha düşük seviyede kaldığından" yakınmaktadır. Oysa ilk taahhütlerde verilen listeler ile Türkiye’nin özel taahhütler listesindeki kapsama oranı yaklaşık yüzde 46.6 olup, gelişmekte olan ülkeler ortalamasının (%18) hayli üzerindedir.
Türkiye, aşağıda sayılan hizmet sektörlerinde taahhütte bulunmuştur:
1- Mesleki hizmetler
a- Uzmanlık gerektiren hizmetler
b- Bilgisayar ve ilgili hizmetler
c- Diğer mesleki hizmetler
2- Haberleşme hizmetleri
a- Posta hizmetleri
b- Kurye hizmetleri
c- Telekomünikasyon hizmetleri
3- Müteahhitlik ve ilgili mühendislik-mimarlık hizmetleri
4- Eğitim hizmetleri
a- İlk, orta ve diğer öğretim hizmetleri
b- Yüksek öğretim hizmetleri
5- Çevre hizmetleri
a- Kanalizasyon hizmetleri
b- Çöplerin kaldırılması hizmetleri
c- Sağlık-çevre ve benzeri hizmetler
6- Mali hizmetler
a- Sigortacılık ve sigortacılık ile ilgili hizmetler
b- Bankacılık ve diğer mali hizmetler
7- Sağlık İle İlgili ve sosyal hizmetler
a- Hastane hizmetleri
8- Turizm ve seyahat ile ilgili hizmetler
a- Oteller ve lokantalar
b- Seyahat acentaları ve tur operatörü hizmetleri
9- Ulaştırma hizmetleri
a- Deniz taşımacılığı hizmetleri
b- Hava taşımacılığı hizmetleri
c- Demiryolu taşımacılığı hizmetleri
d- Kara taşımacılığı hizmetleri
Türkiye’nin GATS kapsamında sunduğu Hizmetler Taahhüt Listesi, sunulan teklifler içinde en kapsamlısı olmuştur. Türkiye’nin özel taahhütleri GATS’ın sektörel sınıflandırma listesinde yer alan 155 hizmet faaliyetinden 72’sine tekabül etmektedir. Listelenmeyen hizmetler için bir inceleme yapıldığında; mesleki hizmetlerde bazı hizmet dallarının Türk vatandaşlığına bırakılması nedeniyle (doktorluk, diş hekimliği, veterinerlik, hemşirelik gibi) taahhütte bulunulmadığı, bazı sektörlerde ise (araştırma geliştirme hizmetleri, gayrimenkul kiralama hizmetleri, dağıtım hizmetleri gibi) genel olarak bu hizmetlere ilişkin, özel olarak da yabancıların bu pazara girişini düzenlemeye yönelik mevzuatın bulunmaması nedeniyle taahhütte bulunulmadığı, iç su taşımacılığının kabotaj nedeniyle yabancılara kapalı olması ve uzay taşımacılığı gibi sektörlerde de ülkemizde uygulama alanı bulunmadığından taahhütte bulunulmadığı ifade edilmektedir.
Hazine Müsteşarlığı, Türkiye’nin taahhüt listesindeki liberalizasyon seviyesinin en azından bu haliyle korunmasını ve kısıtlayıcı unsurlar içerebilecek yeni mevzuatın geliştirilmemesini önermektedir. Bu nedenle bütün bakanlık ve kamu kuruluşlarının gerek kendilerinin çıkaracağı tebliğ ve yönetmeliklerin, gerekse Bakanlar Kurulu ve TBMM’ne sunulmak üzere hazırlanacak kararname ve kanun taslaklarının hazırlanması aşamasında GATS ekinde yeralan listelerdeki taahhütlerin dikkate alınması istenmektedir.
Gelinen son aşamada 2001 yılı Kasım ayında toplanan 4. DTÖ Bakanlar Konferansı sonuçlarına göre, DTÖ üyeleri en geç 30 Haziran 2002’ye kadar diğer ülkelerden liberalizasyona açılmasını nı talep edecekleri hizmet sektörlerinin listelerini tamamlayıp bildireceklerdir. Hemen sonrasında da ülkeler tekrar kendi taahhüt listelerini hazırlayacaklardır. Ülkemizde de tüm dünyayla benzer bir şekilde GATS kapsamında verilen taahhütler gizlilik içerisinde hazırlanmakta ve uygulanmaktadır.
Genel anlamda bakarsak IMF ve Dünya Bankası’nın 20-25 yıldan beri dayattığı yapısal uyum programları bütün ülkelerde kamu hizmetlerinin çökmesine yol açmış ve başta eğitim, sağlık, su gibi temel ihtiyaç ve hizmetler çokuluslu şirketlerin kar hedeflerine kurban edilmiştir. Kamu hizmetlerinin tasfiyesini öngören; kamu yararı, demokrasi ve en temel insan hakları kavramlarını doğrudan tehdit eden GATS bu yönde daha fazla kurumsallaşmayı güvenceye almaktadır ve Türkiye’de de hızla kurumlaşmaktadır. GATS anlaşmasının yardımıyla DTÖ üyesi ülkelerdeki çocuk bakım ünitelerinden sosyal güvenliğe, eğitimden belediye hizmetlerine, temizlik ve bakım hizmetlerinden inşaat yapımına kadar bir dizi kamusal hizmeti ulus-ötesi hizmet şirketlerinin tekeline bırakacak bu saldırının derhal durdurulması gerekmektedir.
KAMUSAL ALANIN TASFİYESİ SÜRÜYOR!
57. Hükümet, küresel sermayenin ihtiyaçları ve IMF talimatları doğrultusunda bir dizi düzenlemeye imza atmıştır. Siyasi iktidar 1999 Ağustos ayından önce çok kapsamlı bir gümrük yasası değişikliğini tek madde halinde Meclis’ten geçirmiştir. Ardından üç temel değişiklikle "özelleştirme" kavramını Anayasa’ya ekletmeyi, şirketlerin devleti dava etmesine olanak tanıyan Uluslararası Tahkim Sistemi’ni uygulamaya müsait hale getirmeyi ve Danıştay’ın, kamu imtiyaz sözleşmelerindeki konumunu sadece inceleme yetkisine indirgemeyi başarmıştır. 17 Ağustos depreminin ilk günlerinde, emekçilerin bütün tepki ve taleplerine rağmen "mezarda emeklilik sistemini" dayatmaktan, kuralsızlaştırma anlaşmaları imzalamaktan çekinmemiştir.
Kamunun küçültülmesini amaçlayan ve yapısal reformlar olarak bilinen yasalar, küresel sermayenin ulusüstü dev şirketlerin çıkarlarına göre IMF ile yapılan anlaşmalarla belirlenmektedir. Eğitim ve sağlık dahil tüm üretim ve hizmetlerin piyasaya (kar güdüsüne) teslim edilmesine yönelik bu düzenlemelerin amacı kamuyu ve kamusal hizmeti daraltmak ve kar alanı haline getirmektir.
Kamu girişiminin tasfiyesine yönelik en ciddi düzenlemeler tarım sektöründe gerçekleşmektedir. Şeker ve tütün yasası hem tarımın hem de kamu girişiminin tasfiyesini hızlandırmaktadır.
Şeker Yasası, üretimi genellikle küçük üreticilerde olan ve büyük oranda kamu tarafından işlenen şeker pancarının üretimini baltalamaktadır. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ya da kapatılması gündemdedir. Şeker fabrikalarının toplumsal yarar göz önüne alınarak kurulduğu açıktır. Özelleştirmelerle birlikte çeşitli bölgelerdeki fabrikalar arsa fiyatına satılacaktır. Kapatılan fabrikaların bulunduğu bölgelerde işsizlik ve yoksulluk artacaktır. Fabrikaların özelleştirilmesiyle birlikte, üretimde bir gerileme yaşanacağı da açıktır. Bu da şeker ihtiyacını kendisi karşılayan Türkiye’yi dışarıya bağımlı bir hale getirecek ve bu durum da ulusüstü şirketlerin işine yarayacaktır.
Tütün Yasası, kamu yatırımcılığının tasfiyesine yönelik bir başka düzenlemedir. 1999 yılında Gayri Safi Ulusal Gelirin yüzde 3’ünü sağlayan TEKEL, ulusüstü şirketlerin ağzını sulandırmaktadır. Türkiye’de yaklaşık olarak 500-600 bin civarında aile tütün işiyle uğraşmakta; TEKEL’in gerek tütün, gerekse sigara ve içki üretiminde 30 bin dolayında kişi çalışmaktadır.
Doğalgaz Piyasası Yasası da bize dayatılan yasalardan biridir. Bugün doğalgaz İstanbul, Ankara, İzmir ve çevre bölgelerinde elektrik enerjisinden konut ısınmasına, gübre sanayisinden sanayi kuruluşlarına kadar çeşitli üretim alanlarında kullanılmaktadır. Doğalgaz, Enerji Bakanlığı’na bağlı bir kuruluş olan BOTAŞ tarafından dağıtılmaktadır. Kimi şehirlerde belediyelere bağlı kurumlar şehir içi dağıtımı gerçekleştirmektedir. Doğalgazın elektrik üretiminde ve sanayiinde kullanımının önümüzdeki yıllarda artacağı planlanmaktadır.
Doğalgaz yüzde 99’u ithal edilen bir enerji kaynağıdır. Bu kadar önemli bir enerji kaynağının toplumun ve halkın yararına ve onların ihtiyaçlarına göre kullanılması gerekirken, yeni düzenlemelerle bu alan da piyasaların kar güdüsüne teslim edilmek istenmektedir.
Elektrik Piyasası Yasası, enerji sektöründe değişimlere baz oluşturmaktadır. Merkezi bir planlamanın olmazsa olmaz olduğu enerji sektöründe özelleştirmeye gitmek, enerji kaynaklarımızı tekellerin insafına bırakmak anlamına gelecektir. AKTAŞ örneğinde somutlanan özelleştirme girişimleri iflas etmiştir. TEDAŞ, Anadolu Yakası elektrik dağıtım işini AKTAŞ talanının ayyuka çıkması üzerine geri almak zorunda kalmıştır. Elektrik üretim ve dağıtım tesislerinin 3096 sayılı yasaya dayalı olarak yapılmasının söz konusu olduğu özelleştirme süreci, çıkarılan 4628 sayılı Elektrik Piyasası Yasası ile yeni bir yapılanma öngörmektedir. Yeni düzenleme ile işleyişin tümüyle piyasa koşullarına terk edileceği ve daha önce yapılan özelleştirmelere ilişkin sözleşmelerin/garantilerin, yasanın yürütülmesinin önünde engel oluşturduğu şimdiden görülmektedir. Bu durum, enerji alanındaki politikasızlığın net bir sonucudur.
Türk Sivil Havacılık Kanunu, havacılık sektörünün liberalizasyon sürecinin tamamlanması noktasında atılan son adımdır. Türk Hava Yolları 11 senedir yasal düzenlemeler uygun olduğu halde özelleştirilememiştir. Özelleştirme, HAVAŞ ve USAŞ’ta gerçekleştirilmiş, USAŞ sıkıntıya girince yüzde 15’ini yine THY almıştır. Yakın bir zamanda havayollarının özelleştirmesinin de gündeme taşınacağı açıktır.
Kamu yatırımcılığının tasfiyesi noktasında tüm bu düzenlemelerin arasında en çok gündeme taşınan TELEKOM olmuştur.
TELEKOM, bulunduğu alanda bir kamu tekeli konumundadır. Hizmet ücretlerine zam yaparak kar elde edebilmektedir. Burada kamu yararı göz ardı edilmektedir. Bu kurumun kar etmesinden çok kurallarına göre işletilebilmesi önemlidir. Ancak hükümet, faiz ödemeleri ve diğer açıkları kapatmak için bu kurumu kullanmaktadır. Bu da faturalara yansımaktadır. Özelleştirmenin gündeme gelmesiyle bu kurumun tamamen kar güdüsüne teslim edileceği açıktır.
5 Nisan 2002 tarihli mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı ile bölge müdürlüklerinin ve baş müdürlüklerinin kapanması gündeme gelmiştir. Karara göre 31 Mayıs 2002 tarihine kadar toplam 112, 31 Mayıs 2003 tarihine kadar toplam 150, 31 Mayıs 2004 tarihine kadar toplam 185 bölge müdürlüğü ve baş müdürlük kapanmış olacaktır. Bölge müdürlüklerinin kapatılmasıyla aileleriyle birlikte binlerce emekçinin işyerleri değiştirilmiş olacaktır. Kaldırılan bölge müdürlükleri ve baş müdürlüklerde çalışan kamu emekçileri ve sözleşmeli çalışanlardan ihtiyaç duyulanlar, atamaya yetkili amirlerce aynı kurum veya kuruluşun diğer birimlerinde durumlarına uygun boş kadro veya pozisyonlara atanmakta; ihtiyaç duyulmayanlar ise diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmektedir. Bölge müdürlüklerinin kapatılması sadece kamu emekçilerini mağdur etmekle kalmayacak, kamu hizmetinden yararlanan yurttaşların da bu hizmete erişimlerini zorlaştıracaktır. Müdürlüklerin kullanımında bulunan bina, lojman, sosyal tesis, taşıt, demirbaş ve diğer araçlar ise satışa sunulacaktır.
Kararnamede belirlenen kurumlar BTS, ESM, SES, BES, TARIM ORKAM-SEN, YAPI YOL-SEN sendikalarımızın örgütlü olduğu kurumlardır.
KAMU HARCAMALARI FAZLA MI?
Faiz ödemeleri hariç tutulduğunda Türkiye’de kamu harcamalarının ulusal gelir içindeki payı (%20) AB ortalamasının (%42) yarısını geçmemektedir. Gelişmiş ülkelerde kamu harcamaları yeniden artmaya başlamışken, Türkiye’de küçülme yönünde ısrar edilmektedir.
Bütçelerde faiz ödemelerine yer açmak için eğitim, sağlık ve yatırım harcamaları küçültülmektedir. Bütçeden eğitime ayrılan pay, 1990’da yüzde 19.1 iken; 2002 yılında (personel harcamalarını çıkarırsanız) yüzde 1.5’e; sağlığa ayrılan pay 1990’da yüzde 4.8 iken, 2002 yılında (personel harcamalarını çıkarırsanız) yüzde 0.5’e düşmüştür. Kamunun yatırımcı niteliğinin giderek yok edilmeye çalışılmasıyla birlikte bütçedeki yatırım harcamalarının payı 1980’lerde yüzde 20 civarında iken, 2002 yılında bütçenin yüzde 5.8’i ile sınırlı tutulmaktadır. Eğitim, sağlık ve yatırımlarda sürekli bir düşüş yaşanırken, borç faizleri bütçenin yüzde 44’ünü yutmakta; her 100 dolarlık ulusal gelirin 22 doları faiz olarak dağıtılmaktadır.
Bütçe payı en çok küçülen kalemlerden biri de personel giderleri olmuştur. 1990’larda personel giderlerine ayrılan pay yüzde 39.4 iken, bu oran 2002 yılında yüzde 21’lere gerilemiştir. Tek yanlı ücret belirlemeleriyle kamu emekçilerinin ücretleri reel olarak erimiş, bütçedeki personel payları sürekli bir düşüş göstermiştir.
Faiz dışı kamu harcamaları iddia edildiği gibi büyük değildir. Kamu hizmetlerini daraltmaya yönelik bu operasyon, daha kötü eğitim, daha kötü sağlık ve daha kötü kamu hizmeti anlamına gelmektedir. Diğer yandan kamunun küçülmesi, piyasalardaki düzenleyici mekanizmaların ortadan kaldırılmasına neden olmaktadır. Özel kesimin aşırı kar hırsının piyasalarda egemen hale getirilmesinin doğal sonuçları, vergi kaybı, işsizlik, kayıt dışı sektörün güçlenmesi ve tekelleşmedir. Devletin küçülmesi gereken alanlar eğitim, sağlık, yatırım ve çalışanların sayısı değil; sermayeye aktarılan sübvansiyonlar, bankalara aktarılan kaynaklar, faiz ve silahlanma harcamalarıdır.
KAMU EMEKÇILERININ TASFIYESI…
Küreselleşme sürecinin dayattığı yeni düzenlemelerle çalışma hayatında radikal değişikliklerin yaşanacağı açıktır. Bu değişikliklerin en ciddi olarak etkileyeceği kesim ise küçük işletmeler olacaktır. Tablo-2’de görüleceği gibi kendi hesabına ve işveren olarak çalışan kesimlerin oranının küçümsenmeyecek bir düzeyde olduğu tespit edilebilir.
İşteki duruma göre istihdamda kendi hesabına ve işveren olarak çalışan yüzde 31’lik kesimden, ücretli ve yevmiyeli çalışan yüzde 50’lik kesime doğru bir kayma yaşanacağı beklenebilir. Çalışan kesimin yüzde 50’lik oranının sosyal güvencesiz çalıştığı (Tablo-3) düşünülürse toplumun önemli bir bölümünün sosyal güvenceden mahrum kaldığı söylenebilir. Sosyal güvenliğin tasfiyesinin hızlandırılması, yeni liberal politikaların kuralsızlaştırma süreciyle sıkı sıkıya bağlantılıdır. Sınırsız kar elde etme amacını taşıyan bu politikalar daha fazla kural dışı sektörlere yaslanmak istemektedirler.
Kamu emekçileri açısından da uygulamaya sokulmaya çalışılan ve iş güvencesini hedef alan yasal düzenlemeler ciddi bir tehdit durumundadır. Toplam Kalite Yönetimi uygulamaları, katılım ve kalite gibi boyalı sözlerle önemli oranda yürürlüğe girmiş durumdadır. Esnek çalışmaya yönelik düzenlemeler, sözleşmeli personel uygulamalarının çoğaltılmaya çalışılması ve en sonunda personel rejiminde yapılmaya çalışılan değişiklikler kamu emekçilerini de sosyal güvenceden ve iş güvencesinden mahrum kılmaya yönelik atılan adımlardır.
Kamu emekçilerinin sosyal güvenlik kurumu olan Emekli Sandığı’nın payı tüm ücretliler ve yevmiyeliler içinde yüzde 21 iken, kayıt-dışı oran yüzde 26’lar ile ifade edilmektedir. (Tablo-3). Daha fazla kişinin sosyal güvenlik hizmetlerinden faydalanması hedef olarak benimsenmesi gerekirken, tüm emekçi kesimlerin mevcut sosyal güvencelerini ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atılmaktadır.
Kamu emekçilerinin tasfiyesine yönelik düzenlemeler yapılırken kullanılan temel demogoji kamu emekçilerinin sayısının fazla olduğudur. IMF ile yapılan anlaşmaların odağına kamunun küçültülmesi ve özellikle de kamu çalışanlarının tasfiyesi oturtulmaktadır. Oysa OECD verileri, kamu emekçilerinin sayısının iddia edildiği gibi fazla olmadığını göstermektedir. Nüfusa göre kamu emekçisi sayısının en düşük olduğu ülkelerden biri Türkiye’dir. (Tablo-4)
Örneğin, sosyal refah devleti olarak tanımlanan Baltık ülkelerinde bu oranların yüksekliği dikkat çekicidir. Finlandiya’da kamu emekçilerinin toplam istihdamdaki payı yüzde 24, nüfusa oranı yüzde 10 iken, ülkemizde toplam istihdama oranı yüzde 9, nüfusa oranı ise yüzde 3.2’dir. Bir ülkenin gelişmişliği o ülkedeki kamusal hizmetlerin yaygınlığı ve gelişmişliği ile ölçülebilir. Ülkemiz bu noktada da oldukça geri bir ülke konumundadır. Buna rağmen varolan hizmetlerin de tasfiyesine gidilmektedir.
IMF ile 2004 yılına kadar uygulanacak programın ana hedefi "borçları ödeyebilir" olmaktır. Bu hedefi sağlayabilme doğrultusunda kamunun küçültülmesi ve kamu emekçilerinin tasfiyesi IMF mektubunda açıkça ifade edilmektedir:
"…Harcamalar açısından, kamu kuruluşlarında istihdam edilen memur, işçi ve sözleşmeli personele yönelik işten ayrılma kurallarının hayata geçirilmesi amacına yönelik olan bir genelge yayımlanacak (tır)…"
"…Kamu kaynaklarının kullanımında ve mali durumunda en büyük iyileşmenin, başta etkin işlemeyen KİT’lerde olmak üzere, aşırı istihdam düzeyinin aşağı çekilmesinden kaynaklanması beklenmektedir."
Mektupta, fazla istihdam ve kadroların saptanması, tüm açık, doldurulmamış kadroların ortadan kaldırılması, gönüllü emeklilik teklifleri ve işten çıkarmalar yoluyla istihdamın azaltılması bir zorunluluk olarak ifade edilmektedir. 2003 yılı Haziran ayı sonuna kadar, "fazla" istihdamın aşamalı olarak azaltılması hedeflenmektedir. IMF’nin 130 bin olarak belirlediği ve yıl sonuna kadar 30 bin kişinin istihdam dışında bırakılmasını hedefleyen operasyon başlamıştır. Kamuda binlerce işçi ve kamu emekçisinin emekli edilmesi için düğmeye basılmıştır. 2004 yılı sonuna kadar kimi istisnalarla birlikte 30 yılını dolduran tüm kamu emekçileri, kaç yaşında olursa zorunlu emekliliğe sevk edileceklerdir. Yine 31 Aralık 2004 yılına kadar kamudaki "ihtiyaç fazlası" geçici ve sürekli işçilerin iş akitleri feshedilecek ya da başka kurumlara atanabileceklerdir. Tablo-5’te de görülebileceği gibi kamudaki toplam dolu kadroların yüzde 12’sini geçici işçiler, yüzde 11’ini ise sürekli işçiler oluşturmaktadır. Sayısı 300 bine yaklaşan geçici işçilerin ve sayısı 270 bini geçen sürekli işçilerin önümüzdeki süreçte önemli bir bölümünün iş akitleri feshedilecektir.
Türk-İş ile hükümet arasında imzalanan ve yaklaşık 20 bin geçici işçiyi kapsadığı belirtilen protokole göre; yılda kesintisiz 12 ay çalışan geçici işçilerin daimi işçi kadrosuna alınmaları; daimi işçi kadrosunda olmakla beraber "gereksinim fazlası" bulunanların öteki kamu kurum ve kuruluşlara nakli, 50 yaşın üzerindeki işçilerin emekli edilebilmeleri gibi hükümlerin yer aldığı ifade edilmektedir. Kamuda zorunlu emekliliği öngören 3 Aralık genelgesine tabi olacak işçileri, "Atıl İstihdam Komisyonu" belirleyecektir. İşçi ve işveren sendikaları temsilcileriyle devlet kurumlarının temsil edildiği komisyonun, yılda 4 kez toplanacağı ve işçinin performansını dikkate alarak iş akitlerinin feshi, emekli edilmesi ya da diğer kurumlara işçi veya memur olarak atanmaları konusunda karar vereceği, basına yansımıştır.
Hazırlanmakta olan kanun taslağına göre, 31 Aralık 2004 yılına kadar 30 fiili hizmet süresini dolduran kamu emekçileri ile 15 fiili hizmet yılını ve 61 yaşını dolduran kamu emekçileri re’sen emekliliğe sevk edilebileceklerdir. Yüksek Öğretim Personel Kanunu, Devlet İstihbarat Hizmetleri ve MİT Kanunu, TSK Personel Kanunu, Askeri Hakimler Kanunu, Uzman Jandarma Kanunu, Hakim ve Savcılar Kanunu ile Emniyet Hizmetleri sınıfına dahil çalışanlar zorunlu emeklilik kapsamı dışında tutulmuşlardır. Eğitim ve sağlık hizmetlerinde çalışanlardan, ilgili kurumun teklifi ve Bakanlar Kurulu’nca görevlerinde kalmaları uygun bulunanlar da, zorunlu emeklilik kapsamı dışında tutulabileceklerdir. Taslakta "ihtiyaç fazlası" geçici ve sürekli işçilerin iş akitlerinin feshi, emeklilik hakkı kazanmayan işçilerin Devlet Memurları Kanunu’ndaki şartları taşımaları ve eğitim görmeleri koşuluyla kabul etmeleri halinde ihtiyaç duyulan illerde "memur" olarak atanabilmeleri gibi bir dizi düzenleme bulunmaktadır.
Örgütlü bulunduğumuz işkollarındaki kamu emekçilerinin dolu-boş kadro sayıları…
Örgütlü bulunduğumuz işkollarında boş kadroların sayısı 300 bini aşmaktadır. Dolu kadroların sayısı ise 1 milyon 850 bin civarındadır. Kapsam dışı çalışan sayısı düşürüldüğünde sendikalı olabilecek kamu emekçisi sayısının 1 milyon 500 binden fazla olacağı tahmin edilmektedir.
KAMU EMEKÇİSİ KADINLAR…
Bütün dünyada hizmet sektöründe kadın emeği yoğundur. Bir çok ülkede kamu çalışanı kadınların sayısı kamu çalışanı erkeklerden fazladır. Ülkemizde de kamuda çalışan kadınların oranı yüzde 33’ü bulmaktadır. Giderek artan kadın emeği kullanımı sendikaların kadın emekçilere yönelik özgün politikalar geliştirmesini zorunlu kılmaktadır.
Emekli Sandığı rakamlarına göre ülkemizde de hizmet sektöründe kadın oranının yükseldiği ancak sorunlarının da buna paralel büyüdüğü bilinmektedir. İşyerinde yaşanan cinsiyet ayrımcılığı, doğum izinlerinin yetersizliği, kreş ve servis sorunu, mesleki yükselme ve terfilerdeki eşitsizliklerin çözümünde sendikal politikalar üretmenin ve yaşama geçirmenin yanısıra, kadınların sendikal hareket içinde daha aktif yer alması için olanakların yaratılmasının zorunluluğu ortadadır.
SONUÇ:
1) Küresel sermaye IMF ve Dünya Bankası politikalarıyla, GATS ve benzeri anlaşmalarla kamu hizmetlerini piyasa koşullarına (kar güdüsüne) bırakmak istiyor. Özelleştirme uygulamalarıyla kamusal alanın tahribatı sürüyor, işsizlik ve yoksulluk büyüyor, borçların ödenebilir olması öncelik haline geliyor. Eğitim, sağlık ve yatırım harcamaları her geçen gün daha da küçülüyor. KESK, küresel sermayenin saldırıları karşısında emek ve demokrasiden yana tüm dinamiklerle mücadele yürütmeye devam edecektir. Önümüzde duran en önemli görevlerden biri, bilinçleri bulandıran ve başka bir alternatifin olmadığını iddia eden sermayenin ideolojik saldırısına karşı bu politikaları teşhir etmek ve emekten yana alternatiflerin olduğunu bilinçlere çıkarmaktır.
2) IMF ve Dünya Bankası direktifleriyle hareket eden hükümet, kamusal alana ve emekçilerin haklarına yönelik saldırıyı hızlandırdı. Bir yandan yağma ve talana dönüşen özelleştirmeler sürerken, diğer yandan bölge müdürlükleri kapatılıyor, emekçilere esnek çalışma ve re’sen emeklilik dayatılıyor. Özelleştirmeye ve kamuyu piyasa koşullarına uyumlandırma sürecine karşı kar güdüsünü değil insanı esas alan, çalışma yaşamını demokratikleştiren bir anlayış hakim kılınmalıdır.
3) Kamusal alana yönelik saldırı, çarpıtılmış bilgiler ve ideolojik argümanlarla meşrulaştırılmak isteniyor. Kamunun özel sektörden daha verimli olduğu, daha nitelikli ve daha yaygın kamu hizmeti ihtiyacımız olduğu gözlerden saklanmak isteniyor. Kamunun yatırımcı niteliğinin daha da daralıyor olması, kamunun hem ekonomideki düzenleyici niteliğini daha da baltalıyor hem de zaten yüksek olan işsizlik oranını besliyor. İşsizlerle emekçileri buluşturmanın kanallarını yaratacak örgütsel formlar hayata geçirilmelidir.
4) OECD ülkeleri içinde kamu çalışanlarının nüfusa oranının en düşük olduğu ülke Türkiye’dir. Başta eğitim ve sağlık olmak üzere birçok işkolunda çalışanların sayısı yetersizdir. İhtiyaç duyulan ve doldurulması gereken boş kadroların oranı toplam çalışan sayısının yüzde 23’üdür. Kamuda çalışan sayısında fazlalık değil, önemli bir açık vardır. Kamu hizmetlerinin verimli, nitelikli ve herkese ulaşılabilir kılınması için KESK, kamusal alanın düzenlenmesinde taraftır.
5) Kamuda çalışanların haklarına yönelik saldırı işçi-memur-sözleşmeli ayrımı olmadan sürüyor. Kamu hizmetlerinin ve kamusal alanın talanı, sadece emekçileri değil kamu hizmetinden yararlanan bütün yurttaşları doğrudan ilgilendiriyor. Kamusal alanın küçültülmesi saldırılarına ve hak kayıplarına karşı işyerlerinden başlayarak ortak mücadele pratiklerinin örülmesi ve bunun bütün toplumda bilinçlere çıkarılması gerekiyor.
6) Kamusal alanda 24-29 yaş grubunda çalışanlar en yüksek oranı, 30-35 yaş arasında çalışanlar ikinci yüksek oranı oluşturuyor. Kadınların oranı ise yüzde 33. Kadınların ve gençlerin sendikal harekette daha aktif yer almalarının sağlanması büyük önem taşıyor.
7) Kamudaki her türlü düzenlemenin tek yanlı siyasi tasarruflarla belirlenmesine karşı, KESK emekçilerden yana taraftır. Ücretlerden nakillere, bölge müdürlüklerinin kapatılmasından re’sen emekliliğe kadar her türlü düzenleme, toplu sözleşmenin konusu olmak durumundadır. Hükümeti toplu pazarlık masasına oturtmanın ve sözleşme yapabilmenin ön koşulu, KESK’i örgütlemek ve hükümetin karşısına etkin bir güç olarak çıkmaktan geçiyor.