Karagöz ve Hacivat geleneksel bir gölge oyunumuz. Oyunda birbirine zıt mizaca sahip olan iki karakterin eğlenceli tartışmaları perde ekranına yansıtılır. Konu ve olaylar bu iki karakterin şekillendirdiği ortamda gelişir. Kimi başka karakterlerde ihtiyaç halinde oyuna eklemlenir. Karagöz ve Hacivat iki zıt karakter olmasa ve aralarında bir çekişme bulunmasa muhtemelen oyun bu kadar keyifli olmazdı. Her karakterin Karagöz olduğu bir gölge oyunu kimse için tercih edilir değil.
Ne yazık ki Türkiye’de siyaset giderek birbirine benzer karakterlerin sahnelediği bir oyun haline gelmiş durumda. Medyadan, sendikalara, STK’lara kadar kendini tekrar eden, hükümet yandaşı papağanlar korosunun içindeyiz. Tıpkı basım gazete manşetleri artık gündelik hayatımızın bir parçası haline geldi. AKP kendi çizdiği bir sahnede, başrolünü de, figüranlığını da kendisinin oynadığı bir oyunu topluma demokrasi diye sunmaya çalışıyor. Bunun son örneği kamu emekçilerinin toplusözleşme müsameresiydi. Yangından mal kaçırır gibi çağrısı yapılan toplantıda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile Memur-Sen Başkanı Ahmet Gündoğdu el sıkışarak kamu emekçilerini enflasyon cenderesinin içine iteledi. İki aynı karakter, iki aynı yüz, iki aynı rolün oyuncusunun bu el sıkışma sahnesi KESK’e bağlı Kültür Sanat Sen’den Efser Akman tarafından bozuldu.
Akman, basına çizilen mutluluk tablosunun arasına girerek bir uzlaşı olmadığını, bir oyun oynandığını söyleyerek gerçekliğe dikkat çekti.. Fiili meşru mücadele Türkiye işçi sınıfı tarihi açısından kamu emekçilerinin mücadele deneyimi çok özel bir yere sahiptir. 1990’lı yıllarda eşine az rastlanan bir mücadele ile sendikalarını fiili-meşru zeminde inşa eden kamu emekçilerinin mücadelesi yasaların sınırları içine sokulmak istenmişti. 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu 12 Temmuz 2001 tarihinde yürürlüğe girdiğinde bu mücadelenin istikametinin nasıl bir yöne evrileceği önemli bir tartışma konusuydu. “Grevsiz toplusözleşme, toplusözleşmesiz sendika olmaz” diyerek yola çıkan kamu emekçilerinin mücadeleci örgütü KESK, bir yandan devlet eli ile örgütlenmeye çalışılan kontra-sendikalarla uğraşırken, diğer yandan yasal sendikacılığın kalıplarının içine doğru sürükleniyordu. Önce yasanın belirlediği biçimde işkolları şekillendirildi. 1992 yılından beri faaliyette bulunan Askeri İşyeri Emekçileri Sendikası ASİM-SEN ile Adliye ve Cezaevlerinde çalışan yargı ve infaz memurlarının üye olduğu TÜM YARGI-SEN sendikaları kapatıldı.
Son sözü hükümete bırakan, bir tiyatro temsilini andıran ve toplugörüşme adı verilen toplu danışma toplantıları ile kamu emekçilerinin grevli ve toplusözleşmeli sendikal hakları gasp edilmeye devam edildi.
Bu görüşmeleri deşifre etme konusunda hem içerde hem de sokaktaki mücadelesi ile önemli bir rol oynayan KESK sürecin dışına itilmek istendi. Ecevit hükümeti dönemindeki ilk toplugörüşmede 11 işkolunun 3’ünü (Eğitim-Sen, Tüm Bel-Sen ve Kültür Sanat-Sen) o işkolunda en çok üyeye sahip olan KESK üyesi sendikalar temsil ediyordu. 3 işkolunda ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB) masabaşı oyunları ile yetki Kamu-Sen’e verildi. Masada en çok üyeye sahip olan Konfederasyon olarak kamu emekçilerinin sendikal örgütlülüğünün önünü kesmek için yıllarca mücadele eden Kamu-Sen bulunuyordu.
AKP’li yıllarda derenin altından çok sular aktı. Yasal kalıplar sendikaları giderek daha çok biçimlendirirken, AKP hükümeti kendisine hak gaspı temelinde yarenlik edecek bir sendika özlemini hızla hayata geçirdi. 2002 yılında 41 bin üyesi ile etkisiz ve yetkisiz bir konfederasyon olan Memur-Sen kısa sürede 700 bin üyeli uysal başlı bir deve dönüştü.
12 Eylül Anayasa referandumu ile birlikte kamu emekçilerine bir müjde olarak sunulan toplusözleşme yapma hakkı, 4688 sayılı yasada yapılan düzenleme ile toplugörüşme süreçlerinin bile gerisinde bir yapıyı hayat geçirdi. İşte kamu emekçilerinin alınteri üzerine oynanan oyun bu yapı üzerinden vücut buluyor.
Bakan Çelik müjde vermeyi çok seviyor. Her müjde de bir hak kaybı garantisi var. Bakan diyor ki, ücretlerin, emekli maaşlarının dondurulduğu bir dönemde biz zam yapıyoruz. Halbuki fiyat artışları düzeyinde yapılan ücret artışlarının anlamı gerçek ücretlerin dondurulmasıdır.
Avrupa İstatistik Kurumu Eurostat enflasyonu AB geneli için 2012 yılında % 2,6 olarak açıklamış. Türkiye için bu oran % 9. Bunun anlamı Türkiye’de gerçek ücretlerin mevcut seviyesini fiyat artışları karşısında koruması için en az % 9 zam alması gereğidir.
AB ülkelerinde gerçek ücretlerin seviyesi ise sadece % 2,6’lık artış ile korunabilir. Tabloya buradan bakarsanız kamu emekçilerine yapılan artışın ne anlama geldiği net olarak görülebilir. Bilindiği üzere Türkiye’de AKP döneminde ekonomik büyümeden ücretlilere pay verilmiyor. Verimlilik artışı ücretlere yansımıyor. Enflasyon oranında artışlarla emeğin payı sistematik bir biçimde aşağıya çekiliyor. Artık bu Karagöz ile Karagöz oyunu iyice kabak tadı vermeye başladı.
Serkan Öngel (http://serkanongel.blogspot.com/)