VERGİLEMEDE ADALET: NASIL?
Mustafa Durmuş[1]
Giriş
Özellikle 2008 krizi sonrasında başta metropol ülkeler olmak üzere hemen tüm dünyadaadil bir vergilemeye duyulan ihtiyaçtansıkça söz edilmeye başlandı. Örneğin WarrenBuffet ve George Soros gibi finans kapitalin önde gelen simaları bile servet zenginlerinin vergilendirilmesinin zamanının geldiğini açıkladılar. Pek çok insan zenginlerin, bir servet vergisi aracılığıyla vergilendirilmesi ile vergilemede adaletin sağlanabileceğine inanıyor. Türkiye’de de, çok güçlü bir şekilde olmasa da, sosyal reformist çevreler, servet zenginlerini vergileyecek bir servet vergisinin gerekli olduğunu dile getiriyorlar.
Servet zenginlerinin vergilendirilmesi fikri, asıl olarak, ‘sosyal devlet dönemi’ olarak da adlandırılan 1945–1975 döneminin sosyal demokrat ideolojisine (örneğin Musgrave, Tobin) ait bir fikirdir. Kapitalist sisteme özünde karşı olmayan ve onun bazı aşırılıklarının törpülenmesiyle yetinen bir kısım sosyal demokrat ve sosyalist[2]bugün de,gelir dağılımı üzerindeki olumlu etkilerinden hareketle, hem sosyal adaleti sağlayabileceğine hem de ekonomik krizden çıkılabilmesinde yardımcı olacağına inandıkları için bir miktar vergi yükünün emekçilerin üzerinden alınarak sermayedar kesimlere kaydırılmasını savunuyorlar.
Diğer taraftan vergilemede adalet konusu servetin ya da zenginlerin vergilendirilmesiyle sınırlı tutulamayacak kadar geniş bir kapsama sahip. Bu bağlamda konu tartışılırken şu soruların sorulması ve yanıtlarının aranması gerekir:
Vergilemede adalet vergilerin herkesten eşit oranda ve eşit miktarda alınması mıdır? Vergi vermek bir fedakârlık ise bunun, yani vergi yükünün eşit dağıtılması mıdır?Bunu gerçekleştirebilecek teknikleri vergi sistemlerine uygulayabilmek teknik ve politik olarak mümkün müdür? Vergilemede adalet yatay ve dikey adalete uyularak mı sağlanır?Vergilemede adalet dolaylı / dolaysız vergi ayırımına indirgenebilir mi?Yoksa adaleti gelir dağılımı üzerindeki etkilerine göre mi tartışmak gerekir?Vergilemede adaletin vergilerin yansıtılabilmesi ile ilgisi var mıdır?Vergilemede adalet ile vergilemenin şeffaflığı arasında bir ilişki var mıdır? Son olarakvergilemede adalet kamu harcamalarının dağılımındaki adaletten bağımsız olarak ele alınabilir mi?
Ana akımda vergi adaleti: “Ödeme Gücü” ya da “Faydalanma” Yaklaşımları
Ana akım maliye teorisinde vergilemede adalet, servet vergisi gibi önerilerin ötesinde, iki yaklaşım çerçevesinde ele alınmaktadır.
Bunlardan, ortaya çıkış tarihi olarak daha eski olan, ancak son 30 yıldır neo liberalizmin kurduğu hegemonya sonucunda yeniden canlanan Faydalanma Yaklaşımının ilk önermelerini klasik iktisadın kurucusu sayılan A. Smith’de bulmak mümkündür. Ünlü eserinin[3] beşinci bölümünün ikinci kısmında yer alan “adalet giderleri üzerine” başlığı altında, adalet hizmetlerinin yargıca ödenecek bir armağan ya da harç ile karşılanması yerine Hükümdarın hazinesine ödenecek bir vergi ile karşılanmasının bu hizmetin yozlaşmasını önleyeceğini ve böyle bir verginin kişilerin bu hizmetlerden yararlanma ölçüsünde alınması gerektiğini savunmuştur.
Bu yaklaşıma uygun olarak, alt yapı ve eğitim hizmetlerinin yanı sıra iç ve dış güvenlik ve adalet hizmetlerinin temel devlet işlevi olarak kabul edildiği 18 ve 19yyda vergilemenin bu koruma hizmeti nispetinde yapılması gerektiği ileri sürülmüş ve kapitalist devlet bir sigorta şirketine, vergiler de sigorta primlerine benzetilmiştir[4].
Temeli klasik ‘gönüllü değişim’ ya da ‘piyasa-fiyat teorisi’ olan bu yaklaşımda ödenen vergi yararlanılan kamusal hizmetlerin bir karşılığı olduğundan vergi mükellefleri kamusal hizmetlerin tüketiminden elde ettikleri fayda nispetinde vergi ödemelidirler. Böylece kuram vergilemede adaleti, “hizmetin bedelini onu kullanana ödetmek” olarak tanımlar.Bu nedenle de genel bir vergilemeden ziyade hizmetlerin fiyatlandırılmasını savunur (harçlar vs).
Faydalanma Kuramı özünde kamuyu, özel girişim ile kamusal hizmetleri de piyasada alınıp satılabilen mal ve hizmetlerle özdeş tutar.Oysa kamu hizmetleri doğası gereği özel mallar ya da hizmetlerden farklıdır. Ayrıca kamusal mal ve hizmetlerden kimlerin tam olarak fayda sağladığını bilmek mümkün olmadığından bunların bedelini kullanana ödetmek adil değildir. Örneğin güvenlik hizmetinden, ileri sürüldüğünün aksine, daha çok servet sahipleri, zenginler ve sermayedarlar faydalanırlar.
İlave olarak, “fayda” ölçülmesi mümkün olmayan bir kavramdır. Kuram gönüllü ödemeyi temel alarak, vergilerin devletin zora dayalı gücüyle alındığı gerçeğini inkâr eder. Ve en önemlisi bu yaklaşım sosyal adalete terstir. Çünkü kamusal mal ve hizmetlere en çok ihtiyaç duyanların, bunların bedelini ödeyemeyecek durumdaki yoksullar ve emekçiler olduğu ortada iken, bu insanların kamusal hizmetlerden faydalanabilmesini vergi ödemeleri şartına bağlamak adil değildir.
Asıl olarak “herkesten ödeme gücüne göre”, yani ödeme gücü az olandan düşük, ödeme gücü fazla olandan yüksek oran ve miktarda vergi alınmasını içeren ve kökleri 19yy’ın sonlarına kadar giden ve çağımızda yaygın olarak savunulan ikinci yaklaşım olan Ödeme GücüYaklaşımı’na göre ödenecek vergi elde edilecek kamusal fayda ile ilişkilendirilmemelidir.Vergi, vatandaşların ne kadar vergi ödeyebileceklerine göre, yani ödeme güçlerine göre alınmalıdır. Bu bağlamda bir vergi havuzu oluşturulmalı ve ödeme gücü eşit olanlar eşit/aynı, eşit olmayanlar farklı miktarda bu havuza katkıda bulunmalıdırlar. Hiç ödeme gücü olmayanlar ise katkıda bulunmazlar, ama bu havuzun finanse ettiği hizmetlerden yararlanırlar.
Bu yaklaşım 1980’lere kadar Keynesyen temelli sosyal demokrat yeniden bölüşüm politikalarına da esas teşkil eden bir yaklaşım olmuştur. Nitekim 1960’lı yıllarda Musgrave[5] gibi Keynesyen maliyeciler kamubütçesinden yoksullara, düşük gelir gruplarına sosyal transferler yapılarak adaletsiz gelir bölüşümününiyileştirilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu transferler, emeklilik, sosyal güvenlik, sosyal sigorta, işsizlik, yoksulluk yardımı şeklindeki doğrudan transferler olabileceği gibi, ücretsiz kamusal eğitim ve sağlık, sosyal konut sunumu şeklindeki vatandaşların yaşam standartlarını yükseltenkamusal mal ve hizmet sunumları olabilmektedir.Bu hizmetlerin finansmanı ise ödeme gücü ilkesi ile uygun bir biçimde üst gelir gruplarından artan oranlı bir biçimde alınan vergilerle karşılanır. Diğeri ile karşılaştırıldığında bu yaklaşımın sosyal adalete daha uygun olduğu açıktır. Nitekim böyle bir vergileme sosyal devlet döneminde özellikle de Avrupa’da yaygın bir biçimde hayata geçirilmiş ve Türkiye’de olduğu gibi Anayasalara girmiştir[6].
Diğer taraftan bu yaklaşım ile ilgili olarak “ödeme gücünün nasıl tanımlanacağı” (gelir, servet, harcama ?), hayata geçirilebilmesi için vergilerin şahsileştirilebilmesi gerekliliğinden hareketle “vergilerin nasıl şahsileştirilebileceği” ve “ödeme gücünün ne zaman başlayacağı” gibi sorular mevcut vergi sistemi uygulamalarında hala yanıtlanabilmiş değildir.
Bu kuramın bir versiyonu olarak karşımıza çıkan Eşit FedakârlıkYaklaşımına göre vergilemenin özünde bir fedakârlık vardır. Bu nedenle de vergilemede adalet bu fedakârlıkların eşitlenmesiyle mümkün olabilir.Bu tezin temel varsayımı “gelirinmarjinal faydasının, gelir arttıkça azaldığıdır”, yani Neo Klasik Azalan Marjinal Fayda Kanunu’dur. Bu bağlamda son klasik iktisatçı olan J.S. Millfedakârlıkta eşitliğin tek ya da düz oranlı vergileme ile yani zengin ya da fakir herkesin gelirinden aynı oranda vergi vermesi ile sağlanabileceğini ileri sürerken, Marx ve Engels Komünist Manifesto’da[7] artan oranlı vergilemeye yer vermiştir. 20yy başlarında ana akım maliye teorisi içinde artan oranlı vergilemeyi yani gelir arttıkça verginin oranının da artmasını asıl savunanlar Pigou ve Daltongibi maliyeciler olmuştur.
Bu kuramı hayatı geçirebilmek için en az üç vergi tekniğini uygulayabilmek gereklidir:Artan oranlılık, en az geçim indirimi ve ayırma ilkesi. Bunların vergiyi şahsileştirerek mükelleflerin gerçek ödeme gücünü yakalanabilmesine, böylece de adil bir vergilemeye yardımcı olduğu ileri sürülür.Ancak Gelir Vergisi şahsileştirmeye en uygun vergi iken bu tekniklerin her vergiye uygulanabilmesi zordur.
Ayrıca, kamu harcamalarının sağladığı faydalar da dikkate alındığında net fedakârlıklar değişebilir.Yani çok vergi ödeyenler aynı zamanda kamu hizmetlerinden en fazla faydalananlar olabilir, böylece bunların net fedakârlığıazalacaktır.
Eşit Fedakârlık Yaklaşımı vergilemede adaleti yatay ve dikey adalet kavramlarıyla ele alır.Yatay adalet, eşit ödeme gücüne sahip olanların eşit miktarda vergi ödemeleri, dikey adalet ise ödeme gücü farklı olanlarınfarklı oran ve miktarlarda vergi ödemeleri gerekliliği olarak ifade edilir. Bu bağlamda dikey adaletin sağlanabilmesi açısından artan oranlı vergileme şarttır, zira gelirin yeniden bölüştürülmesine de hizmet eder.
Diğer taraftan hangi farklılıkların önemli olduğunu belirleyemediğimiz zaman, yatay ve dikey adalet kavramlarının yeterince işlevsel olduğu söylenemez. Ayrıca “ilke olarak kimler daha yüksek oranda vergi ödemelidirler?” ya da “bu ilkeye uygun bir vergi mevzuatı nasıl hazırlanacaktır?” “Birilerinin diğerlerine göre daha fazla vergi vereceği kabul edildiğinde bu fazla ne kadar olacaktır, bunun ölçüsü nedir?” gibi soruların yanıtlanabilmesi zordur. Yani eşit durumdakilerin eşit, farklı durumdakilerin farklı vergilendirilmesi gerektiğini söylemek vergi adaleti tartışmalarına çok az şey katar.
Bu noktada ana akım burjuva ideolojisinin dışından bir eleştiri kaçınılmaz olmaktadır: Her iki kuramın da çok önemli bir zayıf noktası mevcuttur. Her ikisi de burjuva iktisadı ve maliye anlayışının bir yansıması olarak kapitalist devletin sınıfsal kimliğini gizlemekte ve devletintarafsız, sınıflar üstü bir örgütlenme olduğu algısını yaygınlaştırmaktadır. İlki bunu, vergilemeyi gönüllü bir değişim olarak sunup, vergilerin zora dayalı olarak alındığını gizleyerek yapar. Sosyal demokratların temel aldığı kuram ise herkesin ödeme gücüne göre vergi vermesi halinde herkesin devlet üzerinde eşit hakka sahip olacağı, yani devletin herkes için var olduğu algısını güçlendirerek bu perdelemeyi gerçekleştirmektedir.
Oysa devletin sınıflar üstü bir organ olmadığı ve kapitalist sınıfın emekçi sınıflar üzerindeki sınıf tahakkümünün temel organı olduğu[8], özellikle 2008 krizi sonrası uygulanan sermaye yanlısı teşvikler, buna karşılık halka karşı kemer sıkma uygulamalarıyla iyice ortaya çıkmıştır.
Kısaca, her iki ana akım yaklaşımda,tahmin edileceği gibi,sınıfsal çözümlemeye dayalı bir bakışa sahip değildir.Diğer taraftansınıfsal bir bakış açısına sahip olmaksızın farklıvergileme ilke, sistem ya da önerilerinin göreli adaletini değerlendirmek mümkün değildir.
O halde Türkiye’de vergilemede adalet tartışmasına şu soruyla başlamak gerekir : “Türkiye’de vergiyi asıl olarak hangi sosyal sınıflar ödemekte, bu vergilerle finanse edilen kamu harcamaları hangi sosyal sınıflara hizmet etmektedir?Yani verginin yükü kimlerin üzerindedir? Devlet hizmetlerinden kimler yararlanmaktadır? Ancak bu sorunun yanıtlanmasının bile tek başına yetmeyeceğinin altını çizerek, vergilemeye ilişkin daha farklı bir bakışı gündeme getirmeliyiz.
Vergi yükünün dağılımı
Türkiye’de toplam vergi yükünün 2013 için % 24 civarında olması hedeflenmektedir[9].Ancak resmi vergilere ilave olarak sayıları 10’u bulan kayıt dışı vergimevcuttur. Bunlardan bazıları;döner sermaye gelirleri, ayni askerlik hizmeti, kamu personeli özel emeklilik sandıkları gelirleri ve işletmelerinin kârları, fon ve benzeri adlarla tahsil edilen diğer merkezi gelirler, kamu vakıf gelirleri ve işletmelerinin kârları, mahalli idareler işletmelerinin kârları ve KİT kârlarıdır.
Yani devlet her yıl işçiler tarafından yaratılan artı değerin ortalama üçte birine el koymaktadır. Bu el koyuşun biçimi kabaca dolaylı ve dolaysız vergi şeklinde olmakta, ama son tahlilde buvergiler aşağıda açıklandığı gibi emekçi sınıflardan alınmaktadır.
1.Toplanan vergiler ağırlıklı olarak KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergiler biçimindedir ve bu vergiler işçiler, emekçiler üzerinden alınmaktadırlar.
Bu tür vergiler geniş yığınların kullandığı hemen her türlü mal ve hizmet üzerinden alınırlar ve genelde bunlarda muafiyetlere yer verilmez ve artan oranlı olarak düzenlenmezler, halkın üzerinde kalırlar. Örneğin 2013 yılı için hedeflenen 318 milyar liralık vergi gelirinin sadece yüzde 19’u Gelir Vergisi ve yüzde 10’u Kurumlar Vergisi biçiminde, yani dolaysız olarak alınacaktır. Kalan kısmı dolaylı vergi biçiminde alınacak ve bunun ağırlığını da ÖTV ve KDV gibi vergiler oluşturacaktır[10].
Özünde emekçilerin üzerinden alınan hiçbir vergi adalete uygun değildir. Ancakgöreli olarak ÖTV ve KDV gibi dolaylı vergiler daha adaletsiz vergilerdir. Çünkü regresiftirler, yani düşük gelirliler bu yükü daha ağır, yüksek gelirliler daha hafif hissederler (benzinde ve sigaradaki ÖTV’de olduğu gibi).Kolayca yansıtılırlar, yani yasal mükellef vergiyi tüketicilere yansıtır.Enflasyon arttığında bu vergiler de arttığından böyle dönemlerde halkın üzerindeki yük de artar. Ayrıca Türkiye’de et, süt, eğitim ve sağlıktaKDV yüzde 8 olarak belirlenirken[11] pırlanta, elmas gibi kıymetli taşlar ve külçe altın KDV’den istisna tutulmaktadır.
2. Sistemin üçte birini oluşturan ve dolaysız vergilerin büyük çoğunluğunu emekçiler ödemektedir.
Öncelikle Türkiye’de,dolaysız vergiler içinde yer alan, servet vergisi uygulaması mevcut değildir. Bunun yerine geçen Emlak Vergisi ve Motorlu Taşıtlar Vergisi gibi vergiler söz konusudur. Bunların da toplam vergiler içindeki payı yüzde 1’i ancak bulmaktadır. Kurumlar Vergisi şirketlerin kârı üzerinden alınsa da koşullar uygun olduğunda sermayedarlar bu vergiyi de tıpkı ÖTV ve KDV’de olduğu gibi emekçilerin üzerine yansıtabilmektedirler.
Vergi gelirlerinin yaklaşık beşte birini (yüzde 19) oluşturan Gelir Vergisini de asıl ödeyenler ücretli emekçilerdir.Bunu görebilmek için vergi mükellefiyetinin durumuna bakmak yeterlidir. Öyle ki Tablo 1’den görülebileceği gibi,beyannameli mükellef olarak adlandırılan ve çok büyük kısmını kâr payı/temettü, faiz ve rant geliri biçiminde sermaye geliri elde eden sermayedarların oluşturduğu 1,761,000 mükellefin ödediği vergi toplam vergilerin sadece yüzde 1’ini; 705,000 Basit Usule tabi, yani dolmuş ve taksi şoförü, bakkal, nakliyeci ve pazarcı mükellef sadece binde 1’ini, 660,000 civarında kurum, şirket (KİT’ler dahil) yüzde 10’unu, buna karşılık ücretliler olarak sınıflandırılan emekçiler yüzde 13’ünü ödemektedirler (emekçilerin payının 2003 yılında yüzde 8,3 olduğunu ve bu süreçte 5 puan arttığını hatırlatalım). Yani emekçiler toplam vergi gelirleri içinde yüzde 19 puanlık paya sahip bulunan Gelir Vergisinin yüzde 13 puanını yani yüzde 68’ini ödemektedirler.
Detaylandırırsak,Tablo 2’den görüleceği gibi, Gelir Vergisinin yüzde 91’i kaynaktan kesinti (tevkifat-stopaj), yüzde 5,6’sı yıllık beyanname ile tahsil edilmektedir. Bu yüzde 91’in yüzde 67,8 puanı ise ücretlilerden alınmaktadır. Bu durum da sadece ÖTV ve KDV’nin değil, Gelir Vergisi gibi üçüncü sırada yer alan dolaysız bir verginin de asıl olarak emekçiler tarafından ödendiğini ortaya koymaktadır.
Sermaye için vergiyi azaltmanın üç yolu
Türkiye’de sermaye sınıfının ödediği vergilerin bu denli düşük olmasını kabaca üç faktörle açıklayabilmek mümkündür. Bunlardan ilki vergi kaçırma ile ilgilidir. Ücretlilerin, vergisi kaynaktan kesildiği için, vergi kaçırmaları mümkün değilken, vergisini bir yıl sonra ve iki taksit ile ödeyen sermayedarların Gelir Vergisi’nde kaçakçılık oranları yüzde 234,Kurumlar Vergisi’nde yüzde 145’tir. KDV’de bu oran yüzde 13 ve ÖTV’de yüzde 12 civarındadır[12]. Mükelleflerin sadece yüzde 3’ünün denetlenebildiği göz önüne alındığında kaçakçılık oranlarının çok daha fazla olması beklenir.
İkincisi, vergi afları ve vergi uzlaşmalarıdır. Son on yılda en az dört tane vergi affı (Vergi Barışı adı altında) çıkartılırken, bu aflarla sadece vergi cezaları ve gecikme faizleri değil, vergi asıllarının bir kısmı da affedilmiştir. Buna ilave olarak sistemde “uzlaşma” adı verilen bir mekanizma ile rakamın büyüklüğüne göre Maliye Bakanının da içinde yer aldığı bir kurulca vergi aslı ve cezasının tamamına yakın bir kısmı affedilebilmektedir. Birkaç yıl öncesinde meşhur bir uluslararası finans kuruluşunun ve yerli bir grubun trilyonlarca liralık vergi borcu ve cezası neredeyse tamamen uzlaşmayla silinebilmiştir. Gelir İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre 2010 yılında uzlaşma yoluyla ile vergi aslının % 92’sinden ve vergi cezalarının % 99,9’undan vaz geçilmiştir[13].
Gerçek usulde vergilendirilen sermayedarların beyan ettikleri gelir vergisindeki tahakkuk/tahsilat oranlarının 2012 yılında sadece yüzde 47 olması ve bu oranın 2003’te yüzde 72’den gerileyerek[14] bu noktaya gelmesi sermaye sınıfının vergilemeye ve devletin sermayenin vergilendirilmesine nasıl baktığının bir değer kanıtıdır.
Üçüncüsü sermayedarlara sunulan son derece yaygın ve cömert muafiyetler, istisnalar, vergi indirimleri ve ertelemeleridir. Yani sermaye sınıfına, vergisini, vergi kaçırmaktan ziyade kendisine yasalarla sunulmuş imkânlardan yararlanarak azaltmaktadır. Bu anlamda uzlaşmaya ilave olarak sermayedarların ödemeleri gereken vergiyi önemli miktarda azaltmalarına izin veren çok sayıda olanak söz konusudur. Doğal olarak bu olanaklardan hangi sosyal sınıflar yararlanıyorsa onların yükü hafiflemiş olmaktadır.
Ücretliler için sadece, uygulanmayan bir “asgari geçim indirimi”
Ücretlilere sadece ayda 73 lira ile 125 lira arasında değişen bir vergiyi indirebilme imkânı veren ama uygulamada net ücret pazarlığı nedeniyle işverenler tarafından fiilen işletilmeyen bir “asgari geçim indirimi” uygulaması söz konusu iken; sermaye geliri elde edenler öncelikle çok sayıda harcama kalemini masraf yazabilmekte, böylece vergi matrahını küçültebilmektedirler. İlave olarak “enflasyon indirimi”gibi son derece cazip indirim ve muafiyet, istisna ve ertelemeden yararlanabilmektedirler.Öyle ki geriye dönük vergi iadesi dahi alabilmektedirler. Örneğin sermaye şirketlerinin yüzde 30 olan Kurumlar Vergisi oranı 21 Haziran 2006 tarihinde yüzde 20’ye indirildiğinde, bu indirimgeriye dönük olarak 1 Ocak 2006’dan başlatıldı.Bu sayede, şirketlere ödedikleri yüzde 30 geçici verginin 10 puanı mahsup yoluyla iade edildi. Vazgeçilen verginin altı aylık faturası da milyarlarca lira oldu. Bu uygulamadan yararlanan şirketlerin başında ise yabancı bir gruba satılan Türk Telekom A. Ş. vardı.
Sermaye sınıfı için cömert vergi harcamaları
Muafiyet, istisna ve indirimler 2006 yılından bu yana bütçe kanununda “vergi harcamaları” olarak yer alıyorlar. 2013 bütçesinde 116 kalemde yer alan buvergi harcaması tutarı 22,4 milyar olarak öngörülmektedir[15]. Yani her yıl giderek artan miktarda verginin, sermaye geliri elde edenlerden alınmasından vazgeçilmektedir.Ancak vergi kanunları dışında yer alan mevzuatla düzenlenen ve bütçenin ekinde yer almayan çok sayıda kanun ile öngörülen (örneğin Petrol Kanunu ) vergi harcaması açıklananlardan çok daha fazladır[16]. Yani sermayeye tanınan vergisel imkân bütçede sıralananların çok ötesindedir.
Diğer taraftan bütçeden yoksullara ve köylülere yapılan yardımlar ve destekler bütçenin toplamda yüzde 3 ya da 4’ünü ancak bulmaktadır. Örneğin son dokuz yıl boyunca (2012 ve 2013 hariç) Sosyal Yardım Dayanışma Fonu aracılığıyla yoksullara yapılan yardımlar ortalama 2 milyon lirayı dahi bulmamıştır[17] . 2013 yılı Bütçesi içinde toplam tarımsal desteklemelerin payı ise sadece yüzde 0.83 civarındadır[18].Topraksız köylüler ve tarım işçileri ise destek kapsamı dışındadır.Ayrıca arazileri tapulu olmayan küçük köylüler Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı olmadıklarından bu desteklerden yararlanamamaktadırlar.Tarımsal desteklerden asıl yararlananlar büyük çiftçilerdir.
Türkiye’de uygulanmakta olan bu vergi politikası 1980’li yılların başından bu yana uygulanan neo liberal birikim stratejisinin bir ayağı olarak, küreselleşme ile uyumlu bir biçimde uluslararası sermayenin serbest dolaşımına,piyasaların ve kârlılığın artmasına yardımcı olmak vekamu borcunun sürdürülebilirliğini sağlamaya yönelik olarak tasarlanmıştır. Böylece vergilemenin yeniden bölüşüm ya da kalkınma gibi amaçlarla bağı koparılmış ve vergileme, sadece kapsamı daraltılan devletinneoliberal dönüşümleri sağlamaya dönük faaliyetlerinin finansmanıyla sınırlı tutulmuştur.Neo liberal vergileme politikaları altında ÖTV ve KDV artışları ve teşvik ve sübvansiyonlarla sermayenin üzerindeki vergi yükü emekçilerin üzerine kaydırılmıştır.
Bu süreç AKP döneminde çok daha hızlı ve pervasızca ilerletilmiş, sırasıyla artan oranlı gelir vergisi tarifesi düzleştirilmiş ve basamak sayısı altıdan dörde indirilmiştir.Ücretliler lehine olan beş puan indiriminden vazgeçilirken[19], ‘Özel İndirim’e son verilerek daha ziyade işverenlerin işine yarayan “Asgari Geçim İndirimi” uygulamasına geçilmiş ve “Nereden Buldun ?” uygulamasına son verilmiştir.
Vergi yükü ücretlide yüzde 70, büyük banka ve şirketlerde ortalama % 5
Böylece düşük ücretli, örgütsüz, sendikasız ve güvencesiz emek stratejisine uygun olarak verginin yükünün de bütünüyle emekçilerin sırtına bindirilmesiyle Türkiye dünyanın en adaletsiz vergi sistemine sahip ülkelerinden biri olmuştur.Öyle ki Tablo 3’den görüleceği üzere bir asgari ücretlinin aylık olarak ödediği gelir vergisi, fon payı ve prim biçimindeki kesintilerin toplamının net ücreti içindeki payı yüzde 70’i bulmaktadır. Buna karşılık kâr payı elde eden bir sermayedarın ödediği verginin kâr payı geliri içindeki oranı sadece yüzde 26 civarındadır (Tablo 4). Bu oran beş yıl önce yüzde 46 civarında idi.
Türkiye’de toplanan vergilerin onda biri kurumlardan alınmaktadır. Bir an için bu kurumların bu vergiyi kaçırmadıkları ya da işçisine ya da tüketicilere yansıtılmadığı varsayıldığında dahi çarpıklık düzelmemektedir. Zira verginin oranı resmen yüzde 20 olmasına rağmen, büyük bankalar ve büyük şirketler yasal imkânlardan faydalanarak vergi matrahlarını daraltabilmektedirler. Böylece efektif vergi oranları (yani ödenen vergi/ gelir) bankalarda yüzde 3 (T. İş Bankası) ila yüzde 6 (Akbank) arasında; büyük şirketlerinkinin ise binde 8 ile (Arçelik) yüzde 6 (Türk Telekom) arasında kalmaktadır (Tablo 5 ve Tablo 6).Kısaca, Türkiye’de bir asgari ücretli yılda ortalama 5000 TL civarında bir kesintiye uğrayarak gelir vergisi ve sosyal güvenlik payı katkısı ödemektedir. Diğer yandan,aşağıda açıklandığı gibi, bu tutarın onda birini bile ödemeyen bazı meslek grupları mevcuttur.
Esnaf ve sanatkârınvergilendirilmesi: Az vergi çok oy
Türkiye’de vergi adaleti değerlendirmesi yapılırken göz ardı edilmemesi gereken bir kesim esnaf ve sanatkâr olarak nitelenen ve aileleri ile birlikte sayıları 10 milyonu aşan bir kesimdir. Bunlar ücretli emekçilerin nesnel koşullarına benzer koşullarda yaşasalar da (hatta birçoğudaha kötü durumda olsalar da) sübjektif olarak kendilerini sermaye sınıfına daha yakın görmekte ve genelde sağ muhafazakâr sermaye iktidarlarına destek vermektedirler.
Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye’de 711 bini Basit Usule ve 1milyon 765 bini Gerçek Usule tabi olmak üzere toplam kayıtlı 2 milyon 476 bin esnaf ve sanatkâr var. Tablo 7 bunlar içinde yer alan 1 milyon 300 bin civarındaki esnaf ve sanatkârın meslek dalına göre sayılarını ve ödedikleri ortalama vergiyi göstermektedir. Esnaf muafiyetinden yararlanan, yani “kazancı ancak geçimini sağmaya yetecek kadar az olanların”, (gezici olarak perakende ticareti ve zanaat işleriyle uğraşanlar, küçük nakliyeciler, evlerde el işi üretim yapıp satanlar, hurdacılar, Milli Piyango bileti satanlar ya da kapıda satış yapanlar gibi) tam sayısının ne olduğu ise bilinmemektedir.
Basit Usule tabi esnaf ve sanatkâr yasal olarak, yıllık beyanname vererek vergisini ödemekte, ancak defter tutmamakta, geçici vergi ödememekte, sattıkları üzerinden KDV tahsilatı yapmamaktadır. Bu kesimin 2012 yılında ödediği gelir vergisi tutarı 275,3 milyon lira, esnaf başına ortalama yaklaşık 400 lira civarındadır (oysa örneğin İstanbul’da bir taksi plakasının değeri 1 milyon liraya ulaşmıştır. Taksi sahiplerinin aylık kazancının ortalama 6 bin lira civarında olduğu tahmin edilmektedir).
Vergi Usul Kanunu’nda belirtilen parasal hadleri geçtikleri için Gerçek Usulde vergilendirilen yaklaşık 1 milyon 765 bin esnaf ve sanatkâr ise işletme hesabı ya da bilanço esasına göre vergilendirilmektedir. Bu kesim 2011 yılında 2 milyar 759 milyon lira vergi ödemiştir. Böylece ortalama mükellef başına beyan edilen gelir vergisi miktarı 1,600 lira civarında olmuştur.
Ancak tahakkuk ve gerçekleşme oranları açısından ciddi bir ayrışma söz konusudur. Basit Usulde tahakkuk eden (yani hesaplanıp kesinleşen) verginin toplam gelir vergisi içindeki payı 2012 yılında yüzde 0.94 iken gerçekleşme (fiilen tahsil edilen) yüzde 0.59’da kalmıştır. Bu makas 2003 yılından bu yana açılmıştır (bu yıl oranlar sırasıyla yüzde 0.33 ve yüzde 0.22 idi). Benzer bir biçimde Gerçek usulde bu kez gerçekleşme / tahakkuk oranı 2011 yılı itibariyle yüzde 47 civarındadır. Yani hesaplanan ve kesinleşen verginin yarısından az bir kısmı fiilen tahsil edilmektedir. Bu oran 2003 yılında % 72 civarında idi[20].
Bu durum, ya esnafın vergisi tahakkuk etse dahi ödeyemediğini ya da iktidarın bu esnafı vergilendirme konusundaki gayretinin yetersizliğini ortaya koymaktadır. Bu durum aynı zamanda aileleri ile birlikte milyonları bulan bu kesimin neo liberal neo muhafazakâr AKP iktidarının gelenekçi ve muhafazakâr esnaf kesimi ile az ya da sıfır vergiye karşılık oy ya da politik destek biçimindeki ittifakının en belirgin alanlarından birini oluşturmaktadır.
Vergilerin ödeme gücüne göre, yani sosyal adalete uygun olarak alınması tek başına vergiadaletsizliğini ortadan kaldırmaz
Toplanan vergilerin ve diğer kamu gelirlerinin nerelere harcandığı, yani kamu harcamalarında bir adalet olup olmadığı konusu son derece önemlidir. Yani sosyal sınıflar üzerindeki netvergi yükü önemlidir.Çünkü vergi nedeniyle gelebilecek bir yük sadece mükelleflerin ödedikleri vergilerle değil, aynı zamanda bu mükelleflere yapılan transfer, sübvansiyon/refah ödemelerinin ve doğrudan sunulan kamusal mal ve hizmetlerin faydalarının varlığı ve büyüklüğüyle de şekillenir. Böylece örneğin, gelir vergisi oranı göreli olarak yüksek bir ülkede, bütçeden sağlanan bu tür refah ödemeleri de yüksekse, net yük nispi olarak düşük kalabilmektedir.
Diğer taraftan kapitalist sınıfın kontrolü altındaki devlet örgütlenmesinin ürettiği kamusal mal ve hizmetlerin faydalarının sosyal sınıflara nasıl yansıdığı nasıl bilinecektir? Bu tam olarak bilinemese de Türkiye’de iyi bilinen bir şey vardır: Başta savaş harcamaları olmak üzere iç ve dış güvenlik harcaması adı altında içerdeki ve dışardaki savaşı sürdürmek için yapılan harcamalardan, sermaye sübvansiyonları ve teşviklerden emekçi sınıflar değil, sermaye sınıfı ve sistemin egemenleri yararlanmaktadır. Bu nedenle de vergiler örneğin ödeme gücü ilkesiyle uyumlu olarak adil (!) bir biçimde alınsa da kamu harcamaları adil dağılmıyorsa vergi adaletinden söz etmek mümkün değildir.
Bu bağlamda somut olarak 2013 Bütçesinin kamu harcamaları yönüyle kısa bir çözümlemeye tabi tutulması yararlı olacaktır.
Harcamalar yönüyle 2013 bütçesi
Öncelikle, kapitalist toplumlarda devlet bütçesi, birbiriyle uzlaşmaz çelişkiler ve çatışmalar içinde olan sosyal sınıflar arasındaki mücadele alanlarından biridir. Bu hem vergi hem de harcama boyutuyla böyledir. Yani emekçiler ve sermayedarlar, ezilenler ve ezenler en büyük kavgalarından birini devlet bütçesi üzerinden yaparlar.
Sermaye sınıfı ve egemenler, bütçe ödeneklerini kendi düzenlerini sürdürüp pekiştirebilecek hizmetlere yönelik olarak biçimlendirirken, bunun maliyeti olan vergileri emekçi sınıfların sırtına yıkarlar ya da devleti borçlanmaya zorlarlar. Böylece hem vergi vermekten kurtulur, hem de yüksek faizlerle devleti fonlayarak sermayelerini daha da büyütürler[21]. Örneğin bugüne kadar Yunanistan başta olmak üzere pek çok krizdeki Avrupa ülkesinde olan budur. Bu durum kapitalizmin ilk sermaye birikiminin gerçekleştiği 16yy’dan bu yana uyguladığı ve ilkel sermaye birikimi olarak da adlandırılan sermaye birikimi yöntemlerinden biridir[22].
Devletler / hükümetler bu mücadelede tarafsız değildir. Güçlü olanın, egemen olanın yanında yer alırlar ve böylece bütçenin hem nicel büyüklüğü hem de dağılımı egemen güçler ve sermaye sınıfı lehine gerçekleşir. Egemenler bunu seçilmiş burjuva hükümetlere yaptıramazlarsa, İtalya ve Yunanistan’da olduğu gibi teknokrat hükümetlerine yaptırırlar[23].
Bu bağlamda, 2013 Merkezi Yönetim Bütçesi kapitalist kriz koşullarında, dünya ve Türkiye’de radikal ekonomik ve politik dönüşümlerin gerçekleştirildiği bir dönemde yasalaşmıştır. Bu nedenle de halkın ve emekçilerin mevcut sorunlarını hafifletmek bir yana ilave sorunlar yaratacak özelliklere sahip bir bütçe görünümündedir.
İlk olarak bütçeler demokratik hak ve özgürlükler konusunda hükümetlerin duruşunu sergilerler. Oysa 2013 bütçesi, öncekiler gibi, AKP hükümeti tarafından, toplumsal müzakere ve onaya gerek duyulmadan yapılmıştır. 2013 yılı bütçesi 404 milyar liralık bir harcama yapılmasını ve 370 milyar liralık bir kamu geliri toplanmasını hedeflediğinden[24] ekonominin bütünü ve toplumsal sınıf ve kesimler üzerinde önemli etkilere yol açacaktır.
Bu etkisine rağmen, bu bütçe demokratik katılımcılığı esas almayan, işçinin, köylünün, emeklinin, yoksulun, kadının, çocuğun, gencin, bir bütün olarak toplumsal alanın büyük bir bölümünün dışlandığı bir bütçedir. Bu haliyle halkın “Bütçe Hakkı” nı ortadan kaldırmaktadır.
İkinci olarak, bu bütçe Başbakan ve Maliye Bakanı’nın da itiraf ettiği gibi bir mali disiplin, yani kemer sıkma bütçesidir. Yani toplumun çok büyük bir kısmı için sosyal harcamaların kısılması, daha düşük maaş ve ücret, vergilerin artması, petrol, elektrik ve doğal gaza, ulaşıma zam ve yoksulluk artışı demektir[25].
Bu bütçe büyüme, kalkınma ve istihdam artışı da sağlamayacaktır. Çünkü kapitalist krizin daha da derinleşeceği 2013 yılında böyle sıkı bir mali disiplin yarardan çok zarar getirecektir. Yani, “mali disiplin”, “faiz dışı fazla”, “mali kurallar” gibi neo liberal dayatmalar emekçiler için, ezilenler için daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk ve daha fazla küçük işletmenin batması, küçük esnafın iflas etmesi demektir. Bu yönüyle iktisadi durgunluğu ve krizi daha da artıracaktır.
Üçüncü olarak, 2013 Bütçesi bir savaş bütçesidir, zira kaynaklarının önemli bir bölümü iç ve dış güvenlik adı altında içerdeki ve dışardaki savaş için ayrılmıştır. Bütçeden Maliye ve Hazine gibi kurumlardan sonra neredeyse en yüksek pay 52,3 milyar lira ile iç ve dış güvenlik hizmetleri altında Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik, İç İşleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, MİT, Adalet Bakanlığı gibi kurumlara ayrılmıştır[26]. Bu pay bütçenin % 13’üne denktir. Ayrıca MSB’ye ayrılan 20,4 milyar TL’lik bütçe ödeneği toplam askeri harcamaların sadece % 89’unu oluşturmaktadır. Buna ilave olarak, % 10’luk bir pay ile Savunma Sanayi Destekleme Fonu (SSDF), % 0,6’lık bir pay ile TSKGV ve dış askeri yardımlar söz konusudur. Keza bütçenin % 8’ini oluşturan mal ve hizmet alımının yarısı aynı türden savunma ve iç güvenlik malzemesi alımlardan oluşmaktadır[27]. Ayrıca “örtülü ödenek’ten bu yılın ilk dokuz ayında yapılan harcama geçen yıla göre 2,5 kat artış göstererek 870 milyon lirayı bulmuştur[28].
Kısaca, 2013 bütçesi bir asker, polis ve cezaevleri bütçesi görünümündedir. Siyasal iktidarın askeri harcamaları kısmak gibi bir derdi olmadığı gibi devletin hızla bir otoriter polis devletine dönüşmekte olduğunun da işaretlerini vermektedir.
Buna karşılık, halkı doğrudan ilgilendiren sağlık harcamaları için ayrılan pay ise bunun üçte birinden daha azdır (% 4). En yüksek pay olduğu ileri sürülen Milli Eğitim Bakanlığı’na ayrılan ödeneğin % 81’i personele ayrıldığından eğitimin niteliğini artıracak ödenekler çok sınırlı tutulmuştur.
Dördüncü olarak, 2013 Bütçesi bir neo liberal-muhafazakârlaştırma- dinselleştirme bütçesidir. Din işleri adı altında ayrılan ödenekler ve ayrılan personel kadroları önemli boyutlardadır. Örneğin tek başına Diyanet İşleri Başkanlığı’na (DİB) ayrılan ödenek 4,6 milyar liradır. Bu rakama dini faaliyetlere hükümet dışı kaynaklardan (cemaatler vb) sağlanan kaynaklar dâhil edilmemiştir. Geçen yıla göre % 18’lik bir artış anlamına gelen bu ödenek toplam ödeneklerin % 1,1’i tutarındadır[29]. Bu haliyle DİB’nin bütçesi, Kültür + Turizm; Ekonomi, Dışişleri, Kalkınma gibi altı yedi bakanlığın tekil bütçesinden fazladır.
2012 Haziran sonu itibariyle Başkanlığın 129 bini kadrolu (tamamı memur) olmak üzere toplam 141,233 çalışanı mevcuttur (Başkanlık bünyesinde 1000 adet Mele’nin ayrıca istihdam edileceği de geçen yıl açıklanmıştır). Diğer taraftan Kültür ve Turizm Bakanlığının 17,000; Çevre Bakanlığının 27,000; Bilim Sanat Teknoloji Bakanlığının 5,551; Ekonomi Bakanlığının 4,912; Kalkınma Bakanlığının ise sadece 2,266 çalışanı mevcuttur[30].
Mescit hariç mevcut cami sayısı 100,000’e yakın olup, cami yaptıran ya da dini işler için bağış yapan işadamlarına vergi teşviki uygulamasına geçilmiştir. Bu dönemde yapılan camilerin giderek altlarında ve eklerindeki alış merkezleri, dükkânlar ve restoranlarla AVM’ lere dönüştürüldüğü de bir gerçektir.
900 bin civarında asker, 300 bin civarında polis ve 450 bin civarında özel güvenlik görevlisi ve çok sayıda korucunun varlığı göz önüne alındığında “mütedeyyin” AKP’nin militarizm destekli bir otoriter düzen yerleştirmekte olduğu ve neo liberalizm ile yeni muhafazakârlık ve din ittifakının gerçekleştirildiği ortaya çıkmaktadır.
Verginin gerçek kaynağı artı değerdir
Sermayedarlar kendi yarattıkları değerlerden mi vergi ödeyerek bu fedakârlığa ya da yüke katlanmaktadırlar?Bu konuda burjuva ana akımın dışında bir bakışa ihtiyaç var. Bu bakış açısına göre, verginin kaynağı artı değerdir ve ana akımın her iki kanadı da vergilerin emek gücü tarafından yaratılan artı değer üzerinden alındığı ve aslında vergilemenin emek üzerinden gerçekleştirilen bir soygun olduğu gerçeğini gizlemektedir.
Artı değer, işçilerin ödenmemiş emek zamanlarının birikimli bir ürünüdür ve kapitalist toplumda artı değereüretim araçlarının sahibi konumundaki kapitalistler tarafından el konulur. Kapitalistten alınan verginin temelini, matrahını oluşturan kârın kaynağını işte bu artı değer oluşturur[31].
Yani kâr üzerinden alınan kurumlar vergisi ve / veya kâr dağıtımı üzerinden alınan gelir vergisi aslında,kapitalistin işçiden gasp ettiğinin devlet ile paylaşılmış kısmıdır.Devlet bu vergilerle sermaye birikimini kolaylaştırıcı ve bu eylemini meşrulaştırıcı işlevlerini yerine getirmektedir.
Bu bakış açısıyla ‘adil vergileme’ söyleminin bir yanıyla böyle bir artı değer sömürüsünü gizlemeye yaradığı ileri sürülebilir. Nitekim yaklaşık bir buçuk yüz yıl önce bunu Marxşöyle açıklamıştır: “Vergi alanındaki mücadele sınıf mücadelesinin en eski biçimidir. Bu nedenle devletin, verginin sınıfsal içeriğini ve bu sınıfsal ayrışmanın sömürücü doğasını örtbas edebilmek için eşitlikçi bir vergileme söylem ve biçimini yerleştirmesi gereklidir”[32].
Gerçekten de tarih bize devletlerin vergi sömürüsünü gizleyemediği ya da onu ideolojik olarak haklı gösteremediği dönemlerde vergi isyanları üzerinden sınıf ayaklanması riskinin olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca yakın tarih, Yunanistan’da olduğu gibi devletin mali sorunlarının artmasıyla politik krizlerin doğabileceğini de göstermiştir.
Sonuç: Doğru tutum işçiler, emekçiler ve halklar üzerindeki tüm vergilere karşı çıkmaktır
Her türden adaletsizliğin ve eşitsizliğin temel nitelik olduğu kapitalist sistemde vergilemede adaletin sağlanabilmesininpopülist bir ütopya olduğu ileri sürmek mümkündür.Örneğin kamusal hizmetlerin artan oranlı vergileme ile karşılanması yüzeysel olarak bedeli patronlara ödetmenin en iyi yolu gibi görünse de bu yeterince sağlıklı bir çözümleme değildir. Ayrıca bugünkü gibi kriz koşullarında ve kemer sıkma çağında artan oranlı vergileme ve sosyal devlet bir ütopyadan ileri gidemez. Nitekim sonyirmi yıldır emekçilerin kazanımları Avrupa’nın sosyal demokrasi ile yönetilen ülkelerinde dahi geri alınmaktadır.
Diğer yandan kapitalist sistem içinde yaşıyoruz. Bu nedenle de vergilemeye ilişkin en azından kısa dönemde bir tutum gereklidir. Emek örgütlerinin, sosyalistlerin vergileme konusundaki genel ilkesi;halkın, emekçilerin üzerindeki yükü arttıran her türlü düzenlemeye karşı çıkmak ve bu yükü azaltan düzenlemeleri desteklemek, savunmak olmalıdır.
Bu bağlamda öncelikle ÖTV, KDV gibi vergilerin kaldırılması ve bunların yerine servet vergisinin getirilmesi, Kurumlar Vergisi oranının yükseltilmesiveüst gelir gruplarının daha ağır vergilendirilmesi talep edilmelidir. Ancak bunu politik olarak hayata geçirmenin zorluğu bir yana, sermayedarların yasal yollardan çok sayıda vergi kaçamağına sahip oldukları ve bunlardan yararlanmak için nasıl bir danışmanlar ordusu istihdam ettiklerini de unutmamak gerekir.
Bu nedenle ne kadar vergilendiğimiz kadar, kimlerin bizi, ne amaçla vergilediğini sorgulamalıyız.Bu bağlamda uzun dönemdedoğru tutum işçiler, emekçiler üzerindeki tüm vergilere karşı çıkmaktır.Zenginlerin daha fazla vergilendirilmesini savunarak uzun dönemde işçi sınıfının kapitalistleri yenme şansı yoktur.Hiçbir vergi reformu karşı karşıya olduğumuz gücün sınıfsal karakterini değiştiremez.
Son olarak, vergilerle karşılandığı için sermaye ideologlarınca eleştirilen kamusal eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi hizmetler konusunda bir yanlış algıyı düzeltmek gerekir. Emekçilere sağlık hizmeti, eğitim hizmeti ve sosyal güvenlik olarak sunulan şey aslında işçilerin ürettiğiamakapitalist sınıfın elkoyduğu vebir kısmını devlet ile paylaştıkları artı değerdir.
Emekçilerin gelecekteki iktidarı işçileri, emekçileri vergilendirmeyecektir. Böyle bir iktidar, işçi sınıfının kolektif olarak yaratacağı ve toplumsal ihtiyaçları karşılamada nasıl kullanılacağına yine kolektif olarak karar vereceği yeterli miktarda değerle tüm topluma yaşam boyu eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi hizmetleri vergisiz sunabilecek bir imkâna sahip olacaktır.
KAYNAKÇA
Akdoğan, Abdurrahman, Kamu Maliyesi, Genişletilmiş 11.Baskı, Gazi Kitabevi, 2006.
Durmuş, Mustafa, “Avrupa’da teknokrat Hükümetler, QuoVadis Demokrasi?”, Kurtuluş Dergisi, Sayı 2, (Mayıs/Haziran/Temmuz 2012).
Gelir İdaresi Başkanlığı, 2011 Yılı Faaliyet Raporu
http://www.cnnturk.com/2011/ekonomi/genel/02/01/vergide.buyuk.kacak/605293.0/index.html
Lenin, V.I.,TheStateandRevolution, TheMarxistTheory of theState&theTasks of theProletariat in theRevolution, Collected Works, Volume 25, 1918, http://www.marxists.org/ebooks/lenin/state-and-revolution.pdf
Marksist İktisat (Ekonomi Politik), Marksizm’e Başlarken Broşür Dizisi, Kurtuluş Yayınları, 2012.
Marx, Karl, Kapital 1. Cilt (çevirenler: Mehmet Selik, Nail Satlıgan), Yordam Kitap, 2011.
Marx, Karl ve Engels, Friderich, Komünist Manifesto (çevirenler, N. Satlıgan, T. Ağaoğlu, O. Göçmen ve Ş. Alpagut), Yordam Kitap, 2008.
Marx, Karl, The Class Struggles in France, 1848–1850, Marx/Engels Internet Archive,www.marxists.org. ,
Marx, Karl, TheEighteenthBrumaire of Louis Bonaparte, 1852, Marx/Engels Internet Archive,www.marxists.org.
Musgrave, Richard ve Musgrave, Peggy, Public Finance in TheoryandPractice,McGraw -Hill- Kogakusha Ltd. London, 1980.
Örtülü ödenek kepazeliği!,http://haber.sol.org.tr, (13 Kasım 2012)
Öztürk, İlhami ve Sabuncu, Can Galip, Vergi Harcamaları, İstanbul Altın Borsası, 2012.
Smith, Adam,Milletlerin Zenginliği (1776), (çevirenler: Haldun Derin, Gülten Kazgan), T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.
T.C. Maliye Bakanlığı, 2013 Yılı Bütçe Gerekçesi
Topluca Vergi Kanunları (Ocak 2013), Katma Değer Vergisi, Yaklaşım Yayınları.
Wolff, Richard D., “WhyTaxingtheRichMakes Sense”, http://mrzine.monthlyreview.org, (02.03.2011).
Wolff, Richard D., 2010), “ EconomicCrisis, Greek Theater, Our Drama”, http://mrzine.monthlyreview.org, (04.06.2010).
T. C. Maliye Bakanlığı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı ve Bağlı Cetveller
www.gib.gov.tr.
www. muhasebat.gov.tr
EKLER:
Tablo 1: Gelir ve Kurumlar Vergisi Hasılatının Toplam Vergi Hasılatındaki Payı
Yıllar |
Ücretlilerin Ödediği Vergi / Toplam Vergi Hasılatı (%) |
Basit Usulde Ödenen Vergi / Toplam Vergi Hasılatı (%) |
Beyana Dayalı Gelir Vergisi / Toplam Vergi Hasılatı (%) |
Kurumlar Vergisi / Toplam Vergi Hasılatı (%) |
2001 |
9,6 |
0,07 |
1,2 |
9,3 |
2002 |
8,5 |
0,07 |
1,4 |
9,3 |
2003 |
7,8 |
0,05 |
1,3 |
10,3 |
2004 |
10,5 |
0,07 |
1,2 |
9,7 |
2005 |
11,8 |
0,10 |
1,1 |
9,2 |
2006 |
10,9 |
0,12 |
1,1 |
8,1 |
2007 |
12,43 |
0,13 |
0,98 |
9,00 |
2008 |
11,86 |
0,12 |
1,08 |
10,06 |
2009 |
12,18 |
0,14 |
1,15 |
10,45 |
2010 |
13,15 |
0,13 |
0,98 |
9,94 |
2011 |
13,04 |
0,12 |
1,09 |
10,63 |
(Kaynak: Muhasebat Genel Müdürlüğü, www.muhasebat.gob.tr, Gelir İdaresi Başkanlığı Faaliyet Raporları)
Tablo 2: Gelir Vergisi Tahsilatının Detayları
Yıllar |
Beyana Dayanan Gelir Vergisi (%) |
Basit Usulde Gelir Vergisi (%) |
Gelir Vergisi Tevkifatı (%) |
GVK Göre Alınan Geçici Vergi (%) |
Ücretlilerin Ödediği Gelir Vergisi (%) |
2001 |
4,28 |
0,23 |
93,7 |
1,8 |
35,1 |
2002 |
6,58 |
0,30 |
91,1 |
2,4 |
40,4 |
2003 |
6,71 |
0,22 |
90,2 |
3,2 |
42,6 |
2004 |
6,07 |
0,35 |
89,7 |
4,0 |
59,2 |
2005 |
5,63 |
0,51 |
90,1 |
3,9 |
68,7 |
2006 |
5,12 |
0,57 |
90,9 |
3,4 |
56,6 |
2007 |
4,37 |
0,57 |
91,96 |
3,09 |
55,13 |
2008 |
4,76 |
0,55 |
91,60 |
3,10 |
52,44 |
2009 |
5,17 |
0,64 |
91,27 |
2,92 |
54,62 |
2010 |
5,09 |
0,66 |
91,27 |
2,98 |
68,55 |
2011 |
5,65 |
0,61 |
90,82 |
2,91 |
67,83 |
(Kaynak: Muhasebat Genel Müdürlüğü, www.muhasebat.gob.tr, Gelir İdaresi Başkanlığı Faaliyet Raporları)
Tablo 3: Ücretler Üzerindeki Vergi Yükü
Ortalama Ücret (2012) |
Asgari Ücret 2013/I. Dönem |
|
1. Brüt Ücret |
2.000,00 TL |
978,60 TL |
2. Sigorta Primi İşçi Payı (1 x 0,14) |
280,00 TL |
137,00 TL |
3. İşsizlik Sigortası Primi İşçi Payı (1 x 0,01) |
20,00 TL |
9,79 TL |
4. Gelir Vergisi Matrahı [1-(2+3)] |
1.700,00 TL |
831,81 TL |
5. Ödenecek Gelir Vergisi (4 x 0,15) |
255,00 TL |
124,77 TL |
6. Damga Vergisi (1 x 0,0066) |
13,20 TL |
7,43 TL |
7. Ücretli üzerinden yapılan doğrudan kesintiler toplamı (2+3+5+6) |
568,20 TL |
278,99 TL |
8. Net Ücret (1-7) |
1.431,80 TL |
699,61 TL |
9. SSK İşveren Payı (1 x 0,195) |
390,00 TL |
190,83 TL |
10. İşsizlik Sigortası Primi İşveren Payı (1 x 0,02) |
40,00 TL |
19,57 TL |
11. İşveren üzerinden yapılan dolaylı kesinti toplamı (9+10) |
430,00 TL |
210,40 TL |
12. Kesinti toplamı (7+11) |
998,20 TL |
489,39 TL |
13. Toplam kesinti / Brüt ücret (12/1) (%) |
49,91 |
50,01 |
14. Toplam kesinti / Net ücret (12/8) (%) |
69,72 |
69,95 |
(Kaynak: GİB verilerinden kendi hesaplamalarımız)
Tablo 4: Kâr Payı Geliri Üzerindeki Vergi Yükü
|
2013 |
1. Kurumlar vergisi matrahı |
100.000 TL |
2. Kurumlar vergisi (%20) |
20.000 TL |
3. Dağıtılacak kar (1-2) |
80.000 TL |
4. Gelir vergisi tevkifatı (3 x 0,15) |
12.000 TL |
5. Dağıtılacak net kar (3-4) |
68.000 TL |
6. İstisna tutulan kısım (elde edilen kar payının yarısı) (3 x 0,50) |
40.000 TL |
7. Beyan edilecek kısım (elde edilen kar payının yarısı – gelir vergisi matrahı) (3-6) |
40.000 TL |
8. Hesaplanan gelir vergisi |
8.445 TL |
9. Kurum bünyesinde tevkif edilen verginin mahsubu (9=4) |
12.000 TL |
10. Ödenecek gelir vergisi (8-9) |
-3.555 TL |
11. Ödenecek toplam vergi (2+4+8-9+10) |
24.890 TL |
12. Toplam vergi yükü (%) |
26,10 |
(Kaynak: GİB verilerinden kendi hesaplamalarımız)
Tablo 5: Bankalar Üzerindeki Efektif Vergi Yükü (2011)
Milyon TL 2010 |
AKBANK |
GARANTİ |
İŞBANK |
YAPI KREDİ |
HALK BANK |
FİNANS BANK |
VAKIF BANK |
GELİR |
10,179 |
10,484 |
10,898 |
7,156 |
7,279 |
4,648 |
6,501 |
MATRAH |
3,205 |
3,908 |
3,298 |
2,355 |
2,637 |
1,182 |
1,575 |
VERGİ |
0.670 |
392 |
296 |
421 |
367 |
231 |
374 |
EFEKTİF VERGİ ORANI |
% 6,6 |
0.03,7 |
0.02,7 |
0.05,9 |
0. 05 |
0.05 |
0. 05,7 |
(Kaynak: Bankaların 2012 yılı bilançolarından kendi hesaplamalarımız)
Tablo 6: Büyük Şirketler Üzerindeki Efektif Vergi Yükü (2011)
Milyon TL 2010 |
TÜRKCELL |
TÜRK TELEKOM |
SABANCI H. |
ENKA H. |
KOÇ H. |
TÜPRAŞ |
BİM |
ARÇELİK |
GELİR |
9,370 |
11,941 |
19,771 |
8,415 |
69,767 |
41,386 |
8,189 |
8,437 |
MATRAH |
1,626 |
2,609 |
4,270 |
1,154 |
4,708 |
1,542 |
359 |
646 |
VERGİ |
486 |
734 |
770 |
178 |
796 |
258 |
77 |
74 |
EFEKTİF VERGİ ORANI |
0. 05.2 |
0.06,1 |
0.07 |
0. 02 |
0.01,1 |
0. 006 |
0.009 |
0.008 |
(Kaynak: Şirketlerin 2012 yılı bilançolarından kendi hesaplamalarımız)
Tablo 7: Meslek Dallarına Göre Sınıflandırılmış Esnaf ve Sanatkârların* 2011 yılında Ödedikleri Ortalama Gelir Vergisi Tutarı (TL)
Sıra No. |
Meslek |
İşyeri sayısı |
Ödenecek olan vergi (TL) |
Ortalama işyeri başına düşen vergi (TL) |
1. |
Bakkallık, Bayilik, Büfecilik |
242.055 |
64.766.105,72 |
267,6 |
2. |
Minibüsçülük |
135.939 |
29.983.765,89 |
220,5 |
3. |
Kahvecilik, Kıraathanecilik, İnternet Kafe İşletmeciliği |
116.551 |
23.831.969,83 |
204,5 |
4. |
Nakliyecilik ve nakliyat komisyonculuğu |
106.073 |
8.270.308,40 |
77,9 |
5. |
Kadın ve Erkek Kuaförlüğü |
91.851 |
5.794.279,10 |
63,1 |
6. |
Taksicilik |
83.887 |
19.863.905,17 |
236,8 |
7. |
Kamyonculuk, Kamyonetçilik |
82.760 |
109.810.986,44 |
1.326,8 |
8. |
Pazarcılık |
63.022 |
6.703.462,11 |
106,4 |
9. |
Lokantacılık (Kebap, Köfte, Döner…) |
56.080 |
40.547.301,51 |
723,0 |
10. |
Servis Aracı İşletmeciliği |
51.648 |
25.971.712,97 |
502.8 |
11. |
Şoförlük |
37.093 |
|
|
12. |
Otobüsçülük |
36.776 |
8.422.712,61 |
229,0 |
13. |
Tuhafiyecilik |
35.673 |
10.982.061,79 |
307,9 |
14. |
Konfeksiyon İmal ve Satıcılığı |
33.924 |
59.469.660,14 |
1.753,0 |
15. |
Kır Kahvesi, Çay Bahçesi, Çay Ocağı, Piknik ve Dinlenme Yeri İşletmeciliği |
25.316 |
22.732.058,46 |
897,9 |
16. |
Oto Motor Tamirciliği |
22.615 |
5.521.416,14 |
244,1 |
17. |
Fırıncılık |
21.778 |
12.261.100,58 |
563,0 |
18. |
Terzilik |
21.525 |
4.035.438,87 |
187,5 |
19. |
Mobilya İmal ve Satıcılığı |
21.496 |
29.973.175,32 |
1.394.4 |
20. |
Marangozluk ve Dülgerlik |
20.959 |
6.287.985,54 |
300,0 |
*Yukarıdaki 20 meslek kolunda faaliyet gösteren 1.307.021 esnaf ve sanatkâr toplam esnaf ve sanatkârların yaklaşık yüzde 65’ini oluşturmaktadır.
(Kaynak: Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, ESBİS, Gelir İdaresi Başkanlığı, www.gib.gov.tr)
[1] Doç. Dr. Gazi Üniversitesi İİBF Maliye Bölümü
[2] Richard D. Wolff, “WhyTaxingtheRichMakes Sense”, http://mrzine.monthlyreview.org, (02.03.2011).
[3] Adam Smith, Milletlerin Zenginliği (1776), (çevirenler: Haldun Derin, Gülten Kazgan), T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2010, s. 798–800.
[4]Abdurrahman Akdoğan, Kamu Maliyesi, Genişletilmiş 11.Baskı, Gazi Kitabevi, 2006, s. 208–245.
[5] Richard Musgrave ve PeggyMusgrave , Public Finance in TheoryandPractice, McGraw -Hill- Kogakusha Ltd. London, 1980, s. 237-254.
[6] Anayasa madde 73: “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır….”
[7] Bir Komünist Parti programı gibi yazılan bu eserde Marx ve Engels ağır bir artan oranlı vergilemeyi, tıpkı kredinin tek bir kamulaştırılmış bankanın elinde tutulması ya da ulaştırmanın kamulaştırılması önerisi gibi, kapitalist üretim tarzını alt üst etmenin bir aracı olarak önermişlerdir. Bkz. K. Marx ve F. Engels, Komünist Manifesto (çevirenler, N. Satlıgan, T. Ağaoğlu, O. Göçmen ve Ş. Alpagut), Yordam Kitap, 2008, s. 40.
[8] V.I. Lenin, TheStateandRevolution, TheMarxistTheory of theState&theTasks of theProletariat in theRevolution, Collected Works, Volume 25, 1918, http://www.marxists.org/ebooks/lenin/state-and-revolution.pdf
[9]T.C. Maliye Bakanlığı, 2013 Yılı Bütçe Gerekçesi
[10]T.C. Maliye Bakanlığı, 2013 Yılı Bütçe Gerekçesi
[11]Topluca Vergi Kanunları (Ocak 2013), Katma Değer Vergisi, Yaklaşım Yayınları.
[12]http://www.cnnturk.com/2011/ekonomi/genel/02/01/vergide.buyuk.kacak/605293.0/index.html
[13]Gelir İdaresi Başkanlığı, 2011 Yılı Faaliyet Raporu
[14]www.gib.gov.tr
[15]T. C. Maliye Bakanlığı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı ve Bağlı Cetveller
[16] İlhami Öztürk, Can Galip Sabuncu, Vergi Harcamaları, İstanbul Altın Borsası, 2012, s. 182–194.
[17]Bütçe Kanunları, Bütçe Kanun Tasarısına Ekli E Cetvelleri
[18]T. C. Maliye Bakanlığı, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı, kendi hesaplamalarımız.
[19] Uygulamada ücret dışı gelirler ve ücretliler için iki ayrı tarife söz konusu. Ama ücretliler için düzenlenen tarifeye bakıldığında çoğunluğun ilk dilim olan yüzde 15’i zor aştığı, yüzde 20-27’ye denk düşen 26,000 lira ile 94,000 lira aralığından sadece az sayıda yüksek gelirli bürokrat ve milletvekilinin yararlanabildiği görülür.
[20] www. muhasebat.gov.tr ve www.gib.gov.tr.
[21]RickWolff (2010), “ EconomicCrisis, Greek Theater, Our Drama”, http://mrzine.monthlyreview.org, (04.06.2010).
[22] Karl Marx,Kapital1. Cilt (çevirenler: Mehmet Selik, Nail Satlıgan), Yordam Kitap, 2011. S.720.
[23]Mustafa Durmuş, Avrupa’da teknokrat Hükümetler,QuoVadis Demokrasi?, Kurtuluş Dergisi, Sayı 2, (Mayıs/Haziran/Temmuz 2012).
[24]2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı
[25] Halk için kemer sıkma anlamına gelen bu bütçe yönetenler için lüks harcamalardan vazgeçilmesini gerektirmiyor. Başbakan için 400 milyon dolara sipariş edildiği ileri sürülen yeni Airbus A–330/200 model uçak için bkz. BirGünGazetesi 11 Şubat 2013.
[26] 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı
[27] 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı
[28]Örtülü ödenek kepazeliği!,http://haber.sol.org.tr, (13 Kasım 2012)
[29]2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı
[30]2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı
[31]Marksist İktisat (Ekonomi Politik),Marksizm’e Başlarken Broşür Dizisi, Kurtuluş Yayınları, 2012, s. 17-20.
[32]Karl Marx, The Class Struggles in France, 1848–1850 ve Karl Marx, TheEighteenthBrumaire of Louis Bonaparte, 1852, Marx/Engels Internet Archive,www.marxists.org. ,