Başındaki küresel kriz belasını henüz defedemeyen dünya kapitalizmi, sorunlu bir yılı geride bırakırken hiç de umut vaat etmeyen yeni bir yıla girme hazırlığında. Ya Türkiye?Merkez Bankası, Kasım 2012 tarihli son Finansal İstikrar Raporu’nda durumu şöyle değerlendiriyor; “Ülkemizde sağlanan mali disiplinin kararlılıkla sürdürülmesi ve esnek para politikası uygulaması olumsuz dış gelişmelerin iktisadi faaliyet üzerindeki etkilerini sınırlamıştır.”Etkilememiştir,(teğet geçti), demiyor şükür!…Sınırlamıştır, diyor. Bu sınırlı etki de kesimden kesime, sınıftan sınıfa değişiyor. Büyüğü başka, küçüğü başka etkileniyor fırtınadan. Aşağıdaki başka, yukarıdaki başka etkileniyor elbette. Bugünden başlayarak 6 yazı boyunca 2012’yi sınıfsal perspektiften değerlendireceğim. Hangi kesim, 2012’yi nasıl geçirdi ve 2013’e nasıl giriyor…Önce tuzu en kuru olandan, finans sermayesinden başlayacağım…
***
Büyümesini ancak dış kaynak girişi ile gerçekleştirebilen Türkiye kapitalizmi, krizden en çok etkilendiği 2009’da yüzde 5’e yakın daraldıktan sonra 2010 ve 2011’de çektiği dış kaynak sayesinde, yıllık yüzde 9 büyümüştü. Ancak, ithalata dayalı üretim ve tüketim yapısı nedeniyle 2011’i 74 milyar dolar gibi rekor bir cari açıkla kapatınca, 2012 için yüzde 4 büyüme hedefi ile “yumuşak inişe” ikna olmuştu. 2012’de umduğunun tersine, yüzde 4 değil, resmi olarak yüzde 2,5 gibi büyüme ihtimali ağır basıyor. İran’a altınla doğalgaz borcu ödemeyi ihracat gösterme “uyanıklığı” ayıklanırsa, büyüme yüzde 1’e kadar iniyor. Yani bir yılda yüzde 9’dan yüzde 1’e çakılma gerçeği var 2012’de…Bu çakılmaya rağmen, dışarıda, özellikle AB’de, büyümenin dibe vurması, dış finansın gözünü Türkiye’ye çevirmesine neden oldu.
Kaynak: TÜİK veritabanı
2011’in ilk 10 ayında 67 milyar dolara yaklaşan dış kaynak girişi, 2012’nin aynı döneminde sadece 5 milyar dolar azaldı ve 62 milyar doları buldu.Büyümenin düşmesi ile ithalat, dolayısıyla cari açık da geriledi ve-altın makyajı saklı kalmak kaydıyla- cari açık yüzde 36 azalışla, Ekim sonunda 41 milyar dolara geriledi. Dolayısıyla gelen dış kaynak, cari açığı finanse ettikten sonra Merkez Bankası döviz rezervlerini de besledi.
Dış kaynağın yarısına yakını, borsaya ve devlet kağıtlarına geldi. 18 milyar dolara yakın dadış kredi girişi oldu ve böylece, Türkiye’nin dış borç stoku 340 milyar dolarayaklaştı. Dış kaynak akışı aksamasın diye, her zaman yapıldığı gibi, faiz yüksek, kur düşük tutuldu. Nitekim yıllık bazda bakıldığında yatırımcıya reel getiri oranlarına göre en fazla , İMKB 100 Endeksi ve mevduat faizi, kazandırdı. TÜFE ile indirgendiğinde borsa yüzde 24,5 ve mevduat faizi yüzde 0,7 oranında yatırımcısına reel getiri sağladı. Buna karşılık külçe altın yüzde 7,5, dolar yüzde 7,2, ve Avro yüzde 12 oranında yatırımcısına kaybettirdi. Bunu TL’deki aşırı değerlenme oranları olarak da okuyabiliriniz.
***
Merkez Bankası’nın “Türk lirası yükümlülükler için tesis edilmesi gereken zorunlu karşılıkların belli bir kısmının döviz ve altın olarak, yabancı para yükümlülükler için tesis edilmesi gereken zorunlu karşılıkların belli bir kısmının ise altın olarak tesis edilebilmesi imkânı”, bankacılık sektörüne ayrı bir destek oldu . Bankalar için Merkez Bankası şu değerlendirmede bulunmaktadır; “Sektörün kârlılığının 2012 yılı ilk çeyreğinde yeniden yükselişe geçmiş olduğu görülmektedir.” İlk 10 ay sonunda ise bankaların net kârları 19,5 milyar TL’ye yaklaştı. Bu geçen yıla göre yüzde 18 artış anlamına gelmektedir.
Ekim 2012 itibariyle bankaların kullandırıldığı kredi tutarı 835,5 milyar TL’yi buldu. İlk sırayı tüketiciler aldı. Bankalar, konut, otomobil, ihtiyaç kredisi adı altında 172 milyar TL kredi verdiler. Kredi kartı üstünden de 35 milyar TL borçlandı tüketiciler…Toplamda yüzde 25’e yakın bir pay demek bu…
Buna karşılık imalat sanayinin bankalardan kullandığı krediler ancak ikinci sırada ve payı yüzde 24 dolayında. AKP rejiminin yükselen yıldızı inşaat ve emlak banka kredilerinden yüzde 11’e yakın pay aldı. Yine devrin yükseleni ticaret, yani toptan, perakende sektörü yüzde 13,5 pay aldı.
Bankaların batık kredileri ise 18,6 milyar TL’den yüzde 25 artış ile 23.3 milyar TL’yeçıktı. Batıkların dörtte biri kredi kartı borçlularına ait. Ticaret, tekstil ve inşaat, kredi batıran diğer önemli sektörler. Bakalım 2013’te batıklar artacak mı?
II
İnşaat Yorgun, Sanayi Pusulasız…
2012 biterken, yılı artıda kapatanların başını finans sermayesi çekti ve bankalar net karlarını yüzde 20’ye yakın artırdılar. Ya sanayi ve inşaat gibi üretimle ilgili sektörler? 2011’i yüzde 9 büyüme ile kapattıktan sonra 2012 büyümesi yüzde 1’e (altın makyajı silindikten sonra) düşen ekonomide, sorunu en derinden yaşayanlar, inşaat ve sanayi sermayesi oldu. Ağırlıkla iç pazara dönük üretim yapan Türkiye imalat sanayii, 2009 krizinde derin bir küçülme yaşamıştı. Ardından, iç pazarın tüketici kredileri ile canlandırılması, hızlanan inşaat yatırımlarının imalat sanayisini de sürüklemesi ile toparlanma yaşandı, buna bir ölçüde ihracat da eşlik etti. Sonuçta, 2010’un 9 ayında yüzde 14,5, 2011’in 9 ayında yüzde 11’in üzerinde büyüme yaşayan imalat sanayinin büyümesi , bu yılın aynı döneminde ise yüzde 3’ün altına düştü.
Başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerin birer şantiyeye çevrildiği, konut, ofis, alışveriş merkezleri, kentsel altyapı yatırımları ile neredeyse “inşaat odaklı bir birikim”formatının hakim kılındığı AKP iktidarında, inşaat sektörü de 2009’daki yüzde 19 küçülmenin ardından izleyen iki yılda ortalama yüzde 15 büyüdü ama 2012’de büyümesiyüzde 1’e inmiş durumda.
Kaynak: TÜİK, GSYH veritabanı
İmalat sanayii ve inşaattaki bu “çakılma”yı söz konusu kesimlerin başını çektiği toplam yatırımlarda da görmek mümkün. İlk 9 aylık dönemler itibariyle baktığımızda, 2009’da yatırımlar kriz yılında yüzde 24 azaldıktan sonra izleyen toparlanma yıllarının her ikisinde de yüzde 26 dolayında büyüdü ama 2012’de yatırımlar yorgun düştü ve yüzde 5 küçülme var. Kamu yatırımlarının çok tali hale (payı yüzde 20) getirildiğini anımsarsak, patlayan yatırımların ardından gelen yüzde 6’ya yakın daralma, esas olarak özel kesim sanayi ve inşaat firmalarından kaynaklanıyor.
Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları, büyük müteahhitlik şirketleri biçiminde örgütlenen veRTE’ye doğrudan bağlı TOKİ tarafından yönlendirilen inşaatın 2012’de hız kesmesinde, iç talebin iştahının kesilmesi önemli bir etken oldu. Konutu metalaştıran, hanehalklarını konut sahibi olmaya özendiren, konutu olanları da daha farklı bir yaşam tarzı ile güdüleyip yeniden müşteri portföyüne katma üstüne kurulu, “konuta dayalı birikim rejimi” kısa sürede tıknefes hale geldi. Konuta birikimlerini yatırarak büyük kent rantından (özellikle İstanbul arsa rantından ) nemalanmanın peşinde olanların da talebi, stoku eritmeye yetmemekte. Yurt dışı talep ile stok eritmek ise tam bir ham hayaldir. Eldeki stokların nasıl eritileceği bilinmezken, sektöre nefes aldırması umulan “kentsel dönüşüm” ise henüz bir tahayyüldür.
***
İnşaatın tökezlemesile beraber, sanayi de ivme kaybetti. İnşaatın rüzgarıyla yelkenleri şişen imalat sanayinin tuğla,seramik, armatür, boya, demir, cam gibi, inşaat girdisi ile ilgili sektörleri tempo kaybettiler. Giyim, hanehalkının ilk elde tüketimini kıstığı bir kalem.Giyim sanayi, ihracata yönelemediği ölçüde dara düşen ilk sektör oldu. Özellikle beyaz eşya, elektronik, otomobil gibi dayanıklı tüketim mallarında da, bütün özendirmelere rağmen, tüketiciden 2012’de bir iştah artışı gözlenemedi.
İç talebin bu ölçüde daralması karşısında, ihracat cephesinde de sanayi sermayesi, önündeaşırı değerli kur ve AB pazarlarındaki daralma engelini pek aşamadı, umulan ölçüdeihracat gerçekleştiremedi. 2012’nin ortalarına kadar stokları da doldurmak üzere sürdürülen sanayi üretimi, yılın son çeyreğinde üretim yorgunu düştü.
Şimdi karşımızda , 2013 için ne yapacağını pek bilemeyen, bütün ümidini iç talebin yeniden canlandırılmasına bağlamış pusulasız bir sanayi var.
III
Tüketici Tedirgin, İhracatçı Bezgin…
Türkiye kapitalizmi iç talebe dayalı büyüyor, ihracat geri planda. Nüfusu 75 milyona merdiven dayamış bir ülkede içe dönük üretim, bir yere kadar anlaşılır bir tercih. Ama üretimin girdilerini yüzde 65-70’lere varan oranlarda ithalatla karşılamaya mecbur olacak kadar dışa bağımlı iseniz, bunun gerektirdiği dövizi ihracat,turizm ve diğer yollarla sağlayamıyorsanız, o zaman iç taleple büyümenin de duvarlarına çarpıp durursunuz.
Çok geriye değil, 2009 krizi ve sonrası yıllara baktığımızda, daralma ve büyümenin hep iç taleple ilgili olduğunu görüyoruz. 2009’da, ekonomi yüzde 4,8 küçülürken (teğet denilmişti!…), küçülmenin iç tüketim ve yatırımların daralmasından kaynaklandığı görülecekti. Net ihracat, daha fazla küçülmeyi ancak yarım puan telafi edebilmişti. 2010 ve 2011’in ortalama yüzde 9’a yaklaşan büyümelerin ise yine tamamen iç taleptenkaynaklandığı gözlemlendi. İç tüketim, 2010’da büyümenin yarısını, 2011’de de üçte ikisini sırtlanırken kalanını yatırımlar aldı. Bu yıllarda net ihracatın ise büyümeye hiç katkısı olmadı. Döviz giderleri, gelirlerin hep üstüne çıktı.
Kaynak: TÜİK, GSYH veritabanı, 2013 hedeflenen
2012’ye gelince, “yumuşak iniş” hedefiyle AKP yönetimi yüzde 4 büyümeye fitti, ama olmadı. Yılın ilk 9 ayında yüzde 2,6 büyüme gösterdi ekonomi. Bunda da tüketimin durması, yatırımların gerilemesi etkili oldu. Aileler, tüketimlerini artırmayıp hatta azalttılar, devlet harcamaları bu azalmayı telafi etti ama özel sektör yatırımlarını dramatik bir biçimde durdurdu. TÜİK’e göre, güya, net ihracat, büyümeye 3,7 puan katkı yaptı.Külliyen yanlış, yalan!.. İran’a yapılan altınla doğalgaz ödemesi, ihracat olarak gösterildiği için, böyle. Bu makyaj silindiğinde, gerçekte büyümenin yüzde 1’e düştüğünü 14 Aralık tarihli yazımda bütün detaylarla sergilemiştim.
***
2012’de artmayan, hatta gerileyen tüketici harcamaları,önceki 2 yılın ana kaldıracıydı. Haneler hızla konut,otomobil,ihtiyaç kredisi ve kredi kartlarıyla borçlandırılmışlardı ve tüketimin bu yolla kışkırtılmasıyla, sanayi,inşaat ve öteki sektör çarkları dönmüştü. Ama ithalata bağımlı bu üretimin sonucu 77 milyar dolar döviz açığı yaşandı…Yani milli gelirin yüzde 10’unun üzerinde bir rekor cari açık!..O zaman ne yapıldı 2012’de? Tüketici kredisi muslukları kısıldı. Tüketici, başta giyim ve otomobil olmak üzere satın almalarını durdurdu. Zaten borçları da (8 bin TL’nin üstündeki borçlular) Ekim 2012 itibariyle 207 milyar TL’yi aşmış durumda. Geri ödemede güçlükler başladı. Bankaların Ekim 2012 sonu itibariyle batık kredi tutarı 24,2 milyar TL ve bunların yüzde 36’sı tüketici batağı…
İç tüketim, iç talep gelecek yıl da ana umut. Orta Vadeli Program, yüzde 4 büyüme öngörürken ihracattan hiç beklenti yok. Büyümeyi, faizleri düşürerek, borçlanmayı teşvik ederek, iç tüketim ve yatırımlarla sağlamayı hedefliyorlar. İhracatçı, izlenen aşırı değerli kur politikası nedeniyle bezgin ve moralsiz. Döviz ucuz tutuluyor. En az 2,3 TLolması gereken dolar kuru 1.8 TL. Aşırı değerliliği yüzde 30’u bulan bu döviz kuru, ihracatı değil, ithalatı teşvik ediyor. İhracatçı sanayici bile artan ölçüde ithal girdi ile üretim yapıp satıyor ve net katma değer, karlılık düşüyor.
İhracattan ve sanayiden uzaklaşma eğilimi 2012’de sürerken izleyen yıllarda da değişmesi pek beklenmemeli. İhracatçı-sanayici olmak yerine, özelleştirme avantası, kent rantı için yarışa katılmak, irili ufaklı bütün burjuvazinin yönelimi.
* Cumhuriyet