Üniversite öğrencilerinin AKP politikalarına karşı verdiği mücadele büyüyor, geçtiğimiz hafta ODTÜ’de yaşanan polis şiddetine karşı vicdanı eşitlikten, özgürlükten ve demokrasiden yana olan tüm kesimlerin sesleri bir bütün olup AKP iktidarının zorba düzenine karşı sokaklarda birleşiyor.
Geçtiğimiz hafta ODTÜ’de öğrenciler tarafından ‘Bilimi Satan, Emperyalist Savaş Çığırtkanı Tayyip, ODTÜ’den Defol!’ protestosuyla başlayan süreç, bugün ülkemizin AKP karanlığında geldiği birçok noktayı bir kez daha gözler önüne sermiştir.
En demokratik hakkını kullanarak ifade özgürlüğünü kullanmak isteyen öğrencilere önce polis terörüyle başlayan, yargı gücünü arkasına alarak cadı avı ile öğrencilerin evlerinin basılması, gözaltı ve sorgulamalarla devam eden ve sonrasında da artık bir AKP klasiğine dönen karalama, sindirme, bastırma yolu ile kara propaganda saldırısına dönüşen süreç, bugün AKP’nin kendi dışındaki hiçbir sese tahammülü kalmadığını ve bu sesleri kısmak için kendine her yolu mubah gördüğünü yeniden açığa çıkarmıştır.
Fakat görülmektedir ki AKP köşeye sıkışmıştır. İnşa ettiği gerici, otoriter ve sömürü düzenine karşı öğrencisinden akademisyenine, emekçisine bir bütün olan sesler giderek çoğalmakta, iktidarını sürdürmek için daha fazla otoriterleşmeyi seçen, söz yetki kararı sadece kendisinde gören AKP düzeninde Başbakanın tüm çabalarına rağmen daha büyük gedikler açmaktadır.
Artık tüm yurdu kuşatan, içten içe yerleştirilen AKP düzeninin kalın duvarları çatırdamaktadır.
Çareyi daha fazla basıda ve otoriterleşmekte bulan Başbakan ise tarih ve tekerrür ikliminde12 Eylül faşist darbe sürecinin bir benzerini yaşatma çabasındadır. ODTÜ‘de yaşanan olaylarda öğrencilerin maruz kaldığı polis şiddetini kınayan, öğrencisine sahip çıkan; üniversitelerin iktidarların böbürlendiği projeler üreten, şirketlerin taşeronu gibi çalışan, kâr hedefine odaklanan imalathaneler olmadığını öğrencileriyle birlikte haykıran, akademik özgürlüklere, ifade özgürlüğü ve bilim ve özgürlükçü düşünceye sahip çıkan öğretim görevlilerine karşı kendi rektörlerini sahneye taşımaktadır. İktidar baskısı altında önüne konulan metne imza atan, en asgari düzeyde dahi bilim insanlığı etiği ile bağdaşmayan rektörlere ise demokrasi tarihine karşı gösterdikleri bu sorumsuzluğa ilişkin en güzel cevap, yine mensubu oldukları üniversite öğrencileri, öğretim görevlileri ve üniversite emekçileri tarafından verilmiştir.
Hatırlanacağı gibi 12 Eylül faşist darbesi döneminde yaşanan hak gasplarına ve faşizmin ağırlığına karşı bir araya gelen aydınlar hazırladıkları “aydınlar dilekçesinde” yaşananlar karşısında taleplerini sıralayarak demokrasi çığlığını yükseltmişlerdi. “Yaşam hakkı ve insanca yaşama, örgütlü ve toplumsal var olmanın çağımızda hiçbir gerekçe ile ortadan kaldırılamayacak baş amacıdır; doğal ve kutsal bir haktır” diyen aydınlara kendini kurucu iktidarın başkanı olarak tanımlayan Kenan Evren’in yanıtı "Biz çok aydın gördük. Ben ne yapayım böyle aydını" olmuştu. Şimdi aradan geçen 32 yıl sonrasında AKP iktidarı döneminde üniversitelerde eşit, demokratik, bilimsel eğitimi savunan, öğrencilerin üzerine tomalarla, gaz bombalarıyla, coplarla saldıran zihniyete karşı öğrencisine sahip çıkan öğretim görevlilerinin ortak açıklaması karşısında bu ülkenin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “ben ne yapayım böyle öğretim görevlisini” diyerek, “ Öğrencilerini böyle yetiştiriyorlarsa yazıklar olsun bunlara” diyebilmektedir.
AKP iktidarının tüm kesimleri kendi hegemonyası altına alarak tek adam düzenine doğru kurmaya çalıştığı 21.yy’ın diktatörlüğüne doğru evrilmiş düzeninde, baskıya, sömürüye ve bitmek bilmeyen zulme artık toplumun tahammülü kalmamıştır.
Yaşadığımız ODTÜ süreci büyüyen öfkenin, direnişin en somut ortaya çıktığı, üniversiteler üzerinde kurulan ideolojik ve yönetsel baskılara karşı, bilimsel, demokratik ve kamusal üniversite için mücadelenin büyüdüğü bir deneyim olmuştur. Bu deneyim, halka zulmedilen her yerde haksızlığa ve hukuksuzluğa, AKP iktidarına ve onun politikalarına artık geçit olmayacağının güçlü iradesi olmuştur.
ODTÜ direnişi ve sonrası yaşanan gelişmeler, 12 Eylül’ün darbe kurumu olan YÖK’ün genişletildiği, yükseköğretimi sermayenin, devletin ve siyasal iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda yeninden yapılandırmayı öngören yasasına da geçit vermeyeceğinin iradesini ortaya koymuştur.
ODTÜ direnişi, her türlü gericileştirmeye, eğitimin metalaşmasına, üniversitelerin şirketleşmesine, üniversite emekçilerinin iş güvencesinden mahrum bırakılmasına, her türlü kadrolaşmaya, öğrencilerin müşterileştirilmesine ve baskı altına alınmasına karşı sürdürülecek öğrenci, akademisyen, emekçilerin ortak bütünlüklü mücadelesinin gücünü de bir kez daha pekiştirmiştir.
KESK olarak bir kez daha ifade ediyoruz, üniversiteler sermayeye sunulacak işletmeler değildir! Üniversitelerin gerçek sahipleri ise öğrenciler, akademisyenler ile üniversite çalışanlarıdır! Bu gerçeği savunmak, eşit, parasız, demokratik, bilimsel, anadilinde eğitim hakkını ülkemizde her tür zorbalığa karşı, özgür ve demokratik bir ülke özlemini taşıyan tüm kesimlerin onurlu mücadelesidir!
Bu ülkede hangi yöntemi uygularsanız uygulayın; eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesinin sesini kesmeyi başaramayacaksınız.
Yürütme Kurulu