Suç Duyurusunda Bulunuyoruz: Van’da merkez Namık Kemal İlkokulu’nda sınıf öğretmeni olarak çalışmakta olan Gülşah Aktürk, yaşamını korumakla yükümlü devletin ilgili kurumlarına yaptığı bütün başvurulara rağmen, kendisini daha önce öldürmekle tehdit etmiş olan Hakan B. tarafından öldürüldü. Bir kadının yaşamı daha, kadını erkeğe ait bir eşya gibi gören ve bazen “ya benimsin ya toprağın” sözüyle de dışa vurulabilen ataerkil zihniyet ve şiddet nedeniyle söndü.
Gülşah öğretmeni katleden kurşunlar, Hakan B.’nin silahından çıkmış da olsa bu cinayetin tek sorumlusu Hakan B. değildir. Tıpkı Ayşe Paşalı cinayetinde olduğu gibi. Gülşah öğretmenin ve diğerlerinin yaşamını korumakla yükümlü olan, bunun için önlem alması gereken tüm devlet kurumları ve bu kurumlarda sorumlu düzeydeki kişiler alenen SUÇA ORTAKTIR.
Gülşah öğretmenin, aldığı tehditler üzerine ve can güvenliğinin korunması talebiyle mahkemeye verdiği dilekçede dile getirdikleri, bu suç ortaklığının acı bir vesikası ve aynı zamanda bir suç duyurusudur. Gülşah öğretmen mahkemeye verdiği dilekçede, yaptığı başvuruyu ciddiye alarak derhal tayin talebini yerine getirmesi gereken valilik kurumunun yaklaşımını şöyle aktarıyor: “Vali Yardımcısı en kötü ihtimalle öleceğimi, ölümün hak olduğunu kaçış olmadığını, hiç olmadı istifa edebileceğimi, yanımda biber gazı ile gezmem gerektiğini söyledi.” “Ölüm hak!” Öyle mi sayın vali yardımcısı? Genç bir kadının, sırf kendisiyle birlikte olmak istemediği bir erkek tarafından kurşunlanmasıyla gelen ölümünün hak olduğu hangi kitapta, hangi kanunda yazmaktadır? Dahası valilik bir de mağduru suçlama yoluna gitmiştir. Gülşah öğretmen dilekçesinde “Böyle abuk sabuk insanlarla arkadaş olan kızlarımızda hata’ diyerek kısmen beni suçladı ve bizi gönderdi.” diyor. Maruz kaldıkları şiddetten kadınları sorumlu tutma, aynı ataerkil zihniyetin tezahüründen başka bir şey değildir. Vali yardımcısının, böyle açık bir tehdit karşısında yapması gereken, mağduru suçlamak değil, derhal Gülşah öğretmenin tayinini yapmaktı. Ama böyle olmadı.
Bu nedenle Gülşah öğretmen, mahkemeye verdiği dilekçede “Başıma geleceklerden Van Valisi, Milli Eğitimden Sorumlu Vali Yardımcısı ve Milli Eğitim Müdürlüğü sorumlu olacak” demiştir. Cinayetin ardından açıklama yapan Van Valiliği, “gerekenin yapıldığını,” Gülşah öğretmene “teselli niteliğinde önerilerde bulunulduğunu” belirtmiştir. Gülşah öğretmenin ihtiyacı olan şey, teselli ya da ölüm üzerine vaaz değil, can güvenliğinin sağlanmasıydı.
Peki, yargı görevini yapmış mıdır? Can güvenliği bulunmadığı, ölümle tehdit edildiği için savcılığa suç duyurusunda bulunan Gülşah öğretmen, açılan davada Hakan B.’nin tutuklanmasını talep etmiştir. Hakan B.’nin altı ay süreyle Gülşah öğretmene yaklaşmasını yasaklayan mahkeme, ölümle tehdidi söz konusuyken Hakan B.’yi tutuklamamıştır. Mahkemelerin aldığı “yaklaşmama kararı”nın yerine getirilip getirilmediğini takip edecek ciddi bir mekanizmanın bulunmamaktadır. Dolayısıyla “yaklaşmama kararı” geçmişte olduğu gibi, bu cinayette de katili engellemeye yetmemiştir. Yani yargı da, Gülşah öğretmenin can güvenliğinin korunması konusundaki yükümlülüğünü hakkıyla yerine getirmemiştir.
Gülşah öğretmen, göz göre göre gelen bir cinayetle katledildi. Onu artık geriye getirmek mümkün değil. Ama bu cinayetlerin son bulması için, başka Gülşah öğretmenlerin, başka kadınların ölmemesi için sadece katilin değil, katili engelle(ye)meyen, Gülşah öğretmeni korumakla yükümlü olmasına rağmen koruma görevini yerine getirmeyen devlet kurumlarının ve kişilerin de yargılanması, sorumluluklarının açığa çıkarılması gerekiyor. Suç ortakları da yargılansın ki bu cinayetler son bulsun. Gülşah öğretmen’in, suç duyurusu niteliğindeki, dilekçesinde dile getirdikleri doğrultusunda sorumlular yargı önüne çıkarılsın. Devlet kadınların yaşamını korumak için yerine getirmekle yükümlü olduğu bütün sorumluluklarını etkili bir şekilde yerine getirsin.