Ülkemizde son dönemde yaşananlar AKP iktidarının, baskıcı ve anti demokratik uygulamalarına boyun eğmeyen, sesini yükselten herkese duyduğu tahammülsüzlüğün sınırlarını aştığını göstermektedir.
Son bir yıl içinde daha da belirginleşen bu karanlık tablo içinde, milletvekilleri, gazeteciler, öğretim üyeleri, öğrenciler, sendikacılar, kadınlar, kısaca toplumun tüm muhalif kesimleri ya cezaevlerinin soğuk duvarlarıyla ya da polisin cana kast eden devlet güdümlü şiddeti ile karşı karşıya kalmaktadır.
İktidarın baskılarına boyun eğmeyenlerin gözaltına alınması, tutuklanarak sindirilmek ve susturulmak istenmesi neredeyse AKP iktidarının rutin politikası haline gelmiştir. Gittikçe diktalaşan, hakkın hukukun ayaklar altına alındığı sisteme karşı söz söylemek isteyen herkes korku imparatorluğunun “ustalaşan” mimarının şiddetiyle karşılaşmaktadır.
Bunun son örneği, 14 Temmuz’da Diyarbakır’da, Kürt halkının demokratik taleplerinin ifade edilmek istediği mitingin yasaklanmasında ve sonrasında yaşanan olaylarda bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
Ülkemizin kanayan yarası Kürt sorununun çözüm yolunda şiddet politikalarına keskin bir U dönüşü yapan AKP iktidarına sırtını dayayan Diyarbakır Valiliği, sıkıyönetim koşullarını bile gölgede bırakan uygulamalara imza atmaktan geri durmamıştır.Kürt sorununun çözümünde diyalog yolunun açılması, barış ortamının tesis edilmesi talebiyle miting yapmak isteyenler, çevre illerden takviye edilen binlerce polisle, panzerlerle abluka altına alınmış, sesleri Diyarbakır’ın surları içerisine hapsedilmek istenmiştir. Mitingi güvenlik gerekçesi ile yasakladıklarını ilan edenler, milletvekillerini dahi hedef aldıkları saldırılarıyla halkın can güvenliği için asıl tehdidin kim olduğunu sorgulanır hale getirmiştir.
Diyarbakır’da tam bir devlet terörü yaşanırken, aynı dakikalarda Başbakan Erdoğan’ın, Suriye’de Esad’ı işaret ederek, “Bütün diktatörler korkaktır, ödlektir, zalimdir. Kendi halklarından çekinirler” diye demeçler vermesi manidardır. Oysa demokratik haklarını kullanarak Diyarbakır’da miting yapmak isteyenlere, genç-yaşlı, kadın-çocuk demeden uygulanan şiddet “kendi halkından korkan zalimlerin” çokta uzağımızda olmadığını göstermiştir.
2012’nin 14 Temmuz’unda Diyarbakır’da yaşanan vahşet tablosu, ülkemizde yıllardır devam ettirilen otoriter, baskıcı, tekleştirici, anti-demokratik devlet anlayışının bugün AKP eliyle daha da rafine hale getirildiğini göstermektedir. AKP iktidarı, Kürt sorununda şiddete, zora dayalı politikasının iflasını Diyarbakır’ı ağır bir duman bulutu altında bırakan gaz bombaları ile örtbas edeceğini sanmaktadır. Seçilmiş milletvekillerine “zavallı” diyerek nefret söylemi dışında başka bir şey üretmekten aciz olduğunu bir kez daha ispatlayan İçişleri Bakanı, AKP’nin “demokratik dönüşüm” söyleminin sadece bir göz boyamadan ibaret olduğunu da tartışmaya yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koymuştur.
Diğer taraftan tüm halkın özgürlük alanını gittikçe daraltan, haklarını yok sayan AKP iktidarı sadece Diyarbakır’ı değil tüm ülkeyi açık hava cezaevine dönüştürme yolunda ciddi adımlar atmaya devam etmektedir. Son bir yıl içerisinde aralarında KESK’in de öncelikli bir yer aldığı, emek ve demokrasi güçlerine yönelik gözaltı ve tutuklamalarla birlikte düşündüğümüzde yaşananları olağan gelişmeler olarak değerlendirmek mümkün değildir.
3. Yargı paketi ile Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılacağı iddialarına rağmen, olağanüstü yargılama rejimini pekiştiren düzenlemeler bir bir hayata geçirilmiştir. Benzer her “yargı reformunda olduğu gibi bu reformdan da katiller ve katliam sanıkları yararlandırılmıştır. Katiller, katliam sanıkları birer birer salıverilirken, seçilmiş vekiller, gazeteciler, öğrenciler, avukatlar, sendikacılar hukuksuz ve keyfi olarak cezaevinde tutulmaktadır.
Daha önce Hizbullahçıların serbest bırakılmasını sağlayan yargı reformu, bu defa Bahçelievler Katliamı’nı gerçekleştiren katillerin serbest bırakılmasını sağlamıştır. 1978 yılında, TİP’li 7 genci insanlık dışı yöntemlerle öldüren katiller, aldıkları her can için 2 yıl cezaevinde kalıp mahkeme tarafından serbest bırakılırken, sorgulamalarına, iddia-NAMELERİNE sendikal faaliyetlerimiz gerekçe gösterilerek tutuklanan KESK’lilerin yargı paketinden yararlandırılması başvurumuz tek cümlelik yanıtla reddedilmiştir.
Halkların kardeşliği ilkesini kendi kurucu ilkesi olarak gören ve her zaman bir arada yaşamın zeminlerini güçlendirecek bir çaba içinde olan bizler, KESK olarak Diyarbakır’da yaşanan vahşeti bir kez daha kınıyor, eşitlik ve özgürlük temelinden uzak, siyasal ve toplumsal aktörlerin tartışma zeminini yok edecek bu yaklaşımların her zaman karşısında olacağımızı bir kez daha yineliyoruz.
Üzerimizde yaratılmak istenen kuşatmaya rağmen, şiddet ve baskının sona erdirildiği, hiç kimsenin demokratik talepleri, düşünceleri nedeniyle cezalandırılmadığı bir ülke için emek ve demokrasi mücadelemizi kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğimizin bilinmesini istiyoruz.
Yürütme Kurulu