Açılış konuşmasını Genel Başkanımız Lami Özgen'in gerçekleştirdiği, KESK 7. Dönem II. Genel Meclis toplantısı 19-20 Kasım tarihlerinde Ankara’da yapıldı. İki gün süren toplantıda sendikal sürecin sorunları, hak ihlalleri, ekonomik ve siyasal gelişmeler, Van depremi, Grevli Toplu Sözleşme'nin önündeki engellerin kaldırılması ve daha bir çok konu ile ilgili çözüm önerileri masaya yatırılarak ilgili alanlarda çeşitli birimler oluşturuldu.Birimler şu şekilde sıralandı: Kadın, Hukuk-TİS, Basın-Yayın, Eğitim Örgütlenme ve Hak İhlalleri. Genel Başkanımız Lami Özgen'in Konuşma Metni Aşağıdadır:
Kapitalizmin Krizi Derinleşiyor!
Konfederasyonumuzun dönemsel mücadele programını belirleyeceğimiz Genel Meclisimizin ikinci toplantısına hepiniz hoş geldiniz.
“Garip zamanlarda yaşa” diye bir Çin bedduası var. Sanki edilen böyle bir bedduanın etkisiyle garip gelişmeler yaşıyoruz.
Yunanistan ve İtalya’da hükümetlerin devrilmesine sebep olan ekonomik kriz pek çok kapitalist ülkeyi etkilemeye devam ediyor. Her zaman yaşadığı krizleri emekçi halkların sırtına yükleyen Kapitalist sistemin işi bu kez pek kolay gözükmüyor. Çünkü gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi emekçiler yıllardır sürdürülen “denetimli kapitalizm iyi, denetimsiz kapitalizm kötü” safsatalarını artık yutmuyor. Sorunun kapitalizmin denetimli veya denetimsiz olmasından değil aşırı kar hırsına dayalı, insana ve doğaya düşman yapısından kaynaklı olduğunu artık tüm dünya halkları görüyor. Amerika’da Wall Street gibi finansal sistem merkezlerinde dahi “biz %99’uz” diyerek sisteme öfkesini dile getirmek için kitlesel eylemlere katılanların sayısı her geçen gün artıyor.
Hemen yanı başımızdaki Ortadoğu’da halkın anti demokratik rejimlere tepkisi bölgedeki hegemonyalarını daha ileri bir düzeyde pekiştirmek isteyen emperyalist güçler tarafından kullanılmak isteniyor. Bölgedeki kültürel, dinsel, ulusal bir pek çok sorun ve çelişki bu projenin hayat geçirilmesinde araç olarak kullanılmaktadır.
Başta ABD olmak üzere emperyalist güçler, genel başkanının Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) eş başkanlığını yaptığı AKP hükümetini taşeron olarak görevlendirmişlerdir. Bu taşeronluğun gereği olarak başta “NATO’nun Libya’da ne işi var” diyenler ani bir kıvraklıkla çark etmişler, İran’a karşı ve İsrail’i koruma amaçlı olduğu gün gibi ortada olan NATO füze kalkanı için Malatya Kürecikte üs kurulmasını kabul etmişlerdir. Yine bu taşeronluğun gereği olarak birkaç ay önce karşılıklı vizelerin kaldırıldığı, ortak bakanlar kurulu toplantısı bile yapılacak kadar yakın ve samimi olunan Suriye rejimi bugün düşman ilan edilmektedir. Suriye rejiminin muhaliflerine kapılar sonuna kadar açılırken dinsel-mezhepsel ayrımları kışkırtan bir söylemle aba altından sopa gösterilmektedir.
AKP İktidarı Rejimin "Yeni Yüzünü" İnşa Ediyor!
İçeride ise özellikle anayasa referandumu ve 12 Haziran seçimleri sonrası hegemonyasını iyice pekiştirme peşinde olan AKP iktidarı tüm muhalif kesimlere gözdağı vererek susturmak istemektedir. AKP kaynağında olan milliyetçi muhafazakâr ideolojinin de etkisiyle gittikçe daha fazla otoriterleşiyor, emperyalizmin yeni ihtiyaçlarına uygun rejimin “yeni yüzünü” inşa ediyor
Tarihsel arka planı ve derin sosyal, kültürel, ekonomik nedenleri olan Kürt sorununda, gelinen aşama itibariyle artık çözüm ihtiyacı kendini dayatmaktadır.
Başbakan ve hükümet yetkilileri tarafından kışkırtılan milliyetçiliğin ve yaratılmak istenen ırkçı şoven dalganın halklarımızı etnik bir çatışmaya sürükleme ihtimali, uluslararası güç odaklarının planları da düşünüldüğünde hepimizi tedirgin etmektedir.
Sınır ötesi hava operasyonları, kara operasyon hazırlıkları, tecrit ve izolasyon uygulamaları, Cezaevlerindeki işkence ve hak ihlalleri ve binlerce Kürt siyasetçinin tutuklanması AKP hükümetinin ve devletin savaş politikalarında ısrar etiklerini göstermektedir.
Her geçen gün yeni can kaybına neden olan çatışma hali barış mücadelesini önemini gerekli kılmaktadır. AKP hükümetinin tutumundan dolayı kesilen görüşmelerin, daha fazla kan akmadan yeniden başlamalı, barış ve çözüme hizmet edebilmesi için müzakereye dönüştürülmelidir.
Yaşananlar AKP İktidarının Samimi Olmadığını Gösteriyor!
AKP iktidarı, Ortadoğu ülkelerine yönelik yakın ilgisinin gerekçesini, kişi hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınarak demokrasiye geçilmesinin sağlanması için çaba sarf etmek olarak açıklıyor. Kulağa hoş gelen bu gerekçeler size de tanıdık geliyor mu? Biz bu gerekçeleri petrol başta olmak üzere, yeraltı ve yerüstü zengin enerji kaynaklarına sahip olmak veya kendi kontrolü altına almak isteyen emperyalistlerin binlerce insanın yaşamına mal olan her müdahalesinde duyduk. Bir an için varsayalım ki AKP hükümeti bu gerekçelerinde samimi o zaman kendilerine şu soruları sormak gerekiyor.
Madem insan haklarına saygılısınız; Darfu’da 200 bin kişinin katledilmesinden sorumlu Sudan Devlet Başkanı’nı en üst düzeyde nasıl konuk olarak kabul edebiliyorsunuz?
Madem insanların özgürlüklerine bu kadar kıymet veriyorsunuz, haklın oylarıyla seçilmiş milletvekillerini, belediye başkanlarını ve meclis üyelerini niye hapishanelere atıyorsunuz?
Madem insanların yaşadıkları zulüm sizin tüylerinizi diken diken ediyor, niye bu ülkede 40 bin insanımızın yaşamına mal olan bu kirli savaşı bitirmek için barışa giden yolu açmıyorsunuz?
Niçin bu ülkede “artık kimse ölmesin” diyerek barış isteyenlerin sesine kulaklarınızı tıkayarak, tek suçu barış için çaba sarf etmek olan Prof.Dr. Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu gibi insanlara varıncaya kadar binlerce insanı haksız, hukuksuz yere tutukluyorsunuz?
Madem demokrasiye, kişi hak ve özgürlüklerine kıymet veriyorsunuz; niye hala suç delili olarak puşiyi, 12 Eylül faşist darbesinde bile yasaklanmamış kitapları, Deniz Gezmiş posterlerini göstererek insanları uzun süreli tutuklamalarla cezalandırıyorsunuz?
AKP'nin İnsan Yaşamına Verdiği Değer Van Depremi İle Görülmüştür!
Bu iktidarın bırakın insan hak ve özgürlüklerine, demokrasiye, insan hayatına verdiği değeri hepimizi yasa boğan Van Depremi ile bir kez daha gördük. İstanbul Kanal Projesi gibi sadece rant sağlamaya dönük yatırımlar için halkın vergilerinden milyonlarca doları harcayan hükümet, 9 yıllık iktidarında deprem için gerekli önlemleri almayarak bir doğa olayı olan depremin felakete dönüşmesine sebep olmuştur. Tüm bunlara rağmen depremden sonra gerekli önlemleri almak yerine halkı hasarlı binalara girmeye teşvik edecek yönde açıklamalar yaptığı için az çok demokratik her ülkede hemen istifa etmesi gereken bakan, dünyanın en hızlı enkaz kaldıran ülkesi olmakla övünebilmektedir.
23 Ekim depremi sonrası “kendi potansiyelimizi görmek için dış yardımları kabul etmedik” diyenlerin bu potansiyellerinin ne anlama geldiği, depreminin başından bugüne yaptıklarında, en az çatlak binalar kadar tehlikeli olan bakanlarının yaptığı açıklamalarda görülmüştür. Ve bu potansiyelin depremzedelerin ihtiyaçlarına karşılık vermeye yetmediği gün gibi ortadadır.
Van'la Dayanışmamız Sürecek!
Biliyorsunuz biz KESK olarak deprem sonrasında hemen bir heyet oluşturarak Van ve Erciş’e giderek yerinde incelemeler yaptık. İncelemelerimiz sonrası değerlendirmelerimize yer verdiğimiz raporumuzu da kamuoyu ile paylaştık.
Van ve Erciş merkezinde kurduğumuz çadırlarda depremzedelerin ihtiyaçlarına yanıt vermeye çalışan KESK oluşturulan Koordinasyon Kurulu aracılığıyla da çeşitli illerden gönderilen yardım malzemelerinin ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması konusunda üzerine düşeni yapmaya çalışmıştır. Köylere yardımı ilk ulaştıran da KESK, SES ve TTB üyesi sağlık emekçileri aracılığıyla da halkın sağlık ihtiyaçlarını giderme konusunda önemli adımlar atılmasını sağlamıştır.
Deprem bölgesinde yaptığımız incelemelerde, Başbakanın “ sadece ilk 24 saate bazı aksaklıklar yaşandı” demeçlerinin gerçeği yansıtmadığı görülmüştür. Maalesef aradan geçen yaklaşık bir aylık süreye rağmen özellikle çadır ve battaniye gibi zamanında deprem bölgesine ulaştırılamayan ihtiyaçların hala eksikliği yaşanmaktadır. Valilik tarafından oluşturulan ve yandaş medyanın aracılığıyla adeta bir propaganda malzemesi haline getirilen sembolik sayıdaki Çadır kent ihtiyaçlara cevap vermekten uzak durumdadır. Bölgede halkın büyük bölümü bastıran kış koşullarına rağmen kendi imkânlarıyla yaptıkları naylon çadırlarda yaşam mücadelesi vermektedir.
Diğer taraftan Van depremi sonrasında batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine ülke çapında yaşanan büyük dayanışma, Türkiye’de yaşayan halkları, ırkçı-şoven söylemlerle birbirine karşı kışkırtanlara, depremin yarattığı acılar ortadayken yapılan kışkırtıcı açıklamalara en güzel yanıt olmuştur.
Bu dayanışma ilişkimiz ve ayni yardımlarımız bundan sonra da aralıksız bir şekilde ihtiyacı olan halkımıza iletilecektir. Buradan hükümete tekrar sesleniyoruz; Bir an önce Van ve civar illeri kapsayan bölgeyi afet bölgesi ilan edin. Hala bölgeye yeteri kadar gönderilmeyen çadırların ve acil ihtiyaç duyulan malzemelerin ulaştırılmasına hız verin. Bastıran kış koşullarının bir nebze olsun hafifletilebilmesi için derhal prefabrik yapılar temin ederek bölgeye ulaştırın. Savaşı durdurun ve Ağustos ayını beklemeden, bütçeden ve örtülü ödeneklerden savaşa ve silaha, ranta, faize ayırdığınız parayı Van halkı için kullanın.
4688 Sayılı Yasa'da Yapılmak İstenen Değişikliklerle Uluslararası Sözleşme ve Anlaşmalar Ayaklar Altına Alınıyor!
Bildiğiniz gibi 4688 Sayılı yasa taslağı geçtiğimiz haftalarda Bakanlar Kuruluna gönderildi. Yasa taslağına ilişkin ayrıntılı değerlendirmelerimizi kamuoyu ile daha önce paylaştık. Uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelerin ayaklar altına alınarak grevli toplu sözleşme hakkımızın tanınmadığı yasa taslağında örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller de devam ettirilmektedir. Kapsamı sadece mali ve sosyal haklarla sınırlandırılan toplu sözleşmenin mali haklar bölümü bile söz konusu yasa taslağında anayasaya, yasaya aykırı olarak sınırlandırılmaktadır.
Toplu sözleşmenin taraflarından Kamu Görevlileri Hakem Heyeti’nin ve anlaşmazlık durumunda görev yapacak olan Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun oluşumunda tamamen yandaş sendika gözletilmektedir. Diğer taraftan söz konusu taslak getirdiği düzenlemelerle yerel yönetimlere, ihtiyari, yani isteğe bağlı toplu sözleşme yapmayı düzenlemekle kalmamakta bu ihtiyari sözleşmeyi yapmayı bile nerdeyse imkânsız hale getirecek şarta bağlamaktadır.
Kısacası tasarıda hükümet “ben toplu sözleşmeyi beni zorlamayacak, isteklerimi bu güne kadar olduğu gibi kabul edecek olan yandaş sendikamla yapacağım” demektedir. Böylece hükümetin referandumdan sonra kamu emekçilerini oyalayarak toplu sözleşme sürecini uzatmasının sebebi de daha iyi anlaşılmaktadır. Demek ki, kamu emekçilerine ve onların hak ve özgürlükleri için mücadele eden KESK’e hiçbir açık kapı bırakmamak için hazırlanan bu yasa tasarısı için 1 yıl çalışmak gerekiyormuş.
KESK'i ve Mücadelesini Karalamaya Kimsenin Gücü Yetmez!
Biliyorsunuz, bizim geleneğimizde diğer konfederasyonlarla boş, ucuz polemiklere girmek yer almıyor. Ancak bu durum hakkımızda yapılan mesnetsiz açıklamalara cevap vermeyeceğimiz anlamına da gelmiyor. Yeri gelmişken geçtiğimiz günlerde yandaş sendikanın hakkımızda yaptığı iftiralara buradan kısaca cevap vermek istiyorum.
Basın emekçisi arkadaşlarımız takip ediyorlar, bilirler. Biraz önce sadece belli başlıklarını özetlemeye çalıştığım yasa taslağı belli olduğunda biz ertesi gün bir basın toplantısı yaptık. Bu toplantımızda taslağın hükümet tarafından toplu sözleşme yapmak için değil, yapıyor gibi görünmek için hazırlandığını ifade ettik. Ayrıca taslağın hemen hemen tamamında malum yandaş sendikanın taleplerinin esas alındığını vurguladık.
Malum sendika ise taslak hakkındaki görüşlerini geçtiğimiz pazartesi günü yani taslak yayınladıktan tam 17 gün sonra açıkladı. Diyeceksiniz ki aleyhlerine hiçbir düzenlemenin yer almadığı bir konuda açıklama yapmakta niye acele etsinler ki? Ama yaptıkları açıklamadan anladığımız kadarıyla arkadaşların derdi büyük. “Yasa taslağı talep ve önerilerimizi bütünüyle karşılamaktan uzak” diyorlar. Niye acaba? Yoksa arkadaşlar grevli toplu sözleşme talep ettiler de bizim haberimiz mi olmadı? Ya da örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmadığı için mi bu taslak onların taleplerine yeteri kadar cevap vermedi dersiniz.
Yaptıkları açıklamanın detaylarına göz attığınızda yandaş konfederasyon yönetiminin sıkıntısı anlıyor ve onlar adına üzülmekten kendinizi alamıyorsunuz. Arkadaşların tamamen duygusal! Sebepleri var. Çünkü tüm çabalarına rağmen taslakta dayanışma aidatı yer almıyor. Yine de bu duygusallıklarını gizlemeye çalışarak yaptıkları açıklamadan aynen kendi ifadelerini okuyorum; “kamu görevlilerine yeni kazanımlar üretecek toplu sözleşme hükümleri üretmek için harcanması gereken enerjinin, özellikle Konfederasyonların birbirini ikna etmek için harcanması suretiyle tüketilmek istendiğini gösteriyor” diyerek Kamu Görevlileri Sendikaları Heyetinin oluşumuna da itiraz ediyorlar. Bu heyetin tamamı en çok üyeye sahip konfederasyondan, yani kendilerinden oluşmalıymış. Karar almak için 7 kişiden oluşan heyetin salt çoğunluğunun oyunun arandığı heyette zaten kendilerine 4 kişilik temsil hakkı tanınmasını yeterli görmüyorlar. Bu arkadaşlar, kamu görevlilerinin yeni kazanımları için öylesine enerji dolular ki bu enerjinin azınlıkta bırakılan diğer konfederasyonların 3 üyesi ile heba olmasını istemiyorlar.
Bu enerjik arkadaşlarımız açıklamalarında bize çamur atmayı da ihmal etmemişler. Kamu Görevlileri Sendikalarının Heyetinin oluşumunu “Nobellik nisbi temsil” diyerek eleştirmemize sözde karşılık vermişler. Güya nisbi temsili biz önermişiz ve bunun için Nobeli de biz hak etmişiz.
Çamur bununla kalsa iyi tersine tam da kendilerine yakışan bir tarzla bu çamuru daha sulandırarak devam ediyorlar. Şu iddiaya bakar mısınız? Güler misiniz, ağlar mısınız? Biz 2001 yılında koalisyon hükümetinin büyük ortağının verdiği destekle üye sayımızı iki yüz binli rakamlara ulaştırmışız. Bu sayede elde ettiğimiz yetkiyi de hiç kimseyle paylaşmamışız. Hangi yetkiymiş bu anlamak mümkün değil. Sanki bu ülkede yıllardır toplu sözleşme yapılıyormuş da, KESK’de yetkili olduğu bu toplu sözleşmelerde diğer konfederasyonların hakkını yiyerek, tek yetkili olarak bu toplu sözleşmelere taraf olmuş. Çarpıtmanın, iftiranın bu kadarına pes diyoruz.
Bunlara cevap vermeye bile insan utanıyor. Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki mücadelelerle dolu KESK tarihini karalamaya sizlerin gücü yetmez. Kamu emekçileri sendikacılığının bu ülkedeki kurucusu olarak biz bu günlere birilerinin elini, eteğini öperek gelmedik. Ne 2001 yılında, ne daha önce, ne de daha sonra birileri gibi iktidarlara yaranmadık. Bahsettiğiniz 2001 yılında biz kamu emekçilerini cendereye alan 4688 Sayılı Sahte Sendika yasasına karşı alanlarda, işyerlerinde mücadele ederken, Kızılay Meydanı'nda gaz ve cop yerken siz neredeydiniz?
Siz Abant’ta kamplarda hamileriniz ile birlikte kamu emekçilerinin başına yeni çoraplar örmek için planlar yaparken biz kamu emekçilerinin haklarının budanmasına karşı mücadelemizi sürdürdük. Siz yasa değişikliğine ilişkin görüşmelerde yöneticilerinize en yüksek devlet memuru aylığı talep ederek pazarlık yaparken biz bunun sendikacılık etiği ile uyuşmadığını söyleyerek böyle bir rüşveti kabul etmeyeceğimizi söyledik. Üçlü Danışma Kurulu toplantılarını tutanakları ortada açıp inceleyin. Kimin ne istediği, kimin kamu emekçilerinin genel çıkarları için mücadele ettiğini görün.
Utanmadan, “grev hakkı talep ediyorsanız, anayasa referandumu esnasında evet oyu kullansaydınız” diyen malum sendikanın yönetimine soruyoruz: İçinde pek çok düzenlemesine katılmadığımız, paket halinde sunulan bu referanduma hayır diyenler yüzünden mi bu gün toplu görüşmeden bile daha geri düzenlemeler içeren bir yasa taslağı ile karşı karşıyayız? Sizin gibi il il gezip AKP'ye oy istemediğimiz için mi toplu sözleşme sürecinde devre dışı bırakılmak isteniyoruz?
Hamileriyle yaptıkları kamplarda sadece kamu emekçilerinin hak ve özgürlüklerinin budanması üzerine çalışmadıkları, çamur atma ve gerçekleri çarpıtma ustalıkları dersleri de aldıkları belli olan bu arkadaşlar doğrusu aldıkları derslerin hakkını fazlasıyla veriyor.
Sanırız kendileri de milletvekili olma ve kürsüden milletvekili itmenin hayali ile can siperane bir şekilde hükümetin icraatlarını aklama işine devam edecekler. Ne diyelim yolunuz açık olsun, unutmayın gün olur devran döner. Bir gün elbet şimdi ders aldığınız hamileriniz yerine kamu emekçileri size unutamayacağınız gerçek dersinizi verecektir. Sarının her tonunu barındıran renginiz belki o zaman utancınızdan biraz kızarır.
"KHK Demokrasisi" ile Kamu Hizmetleri Ticariliştirilerek Kamu Tasfiye Edilmek İsteniyor!
Keşke tek sıkıntımız yandaş konfederasyon yönetiminin mesnetsiz açıklamalarına cevap vermek olsa ama kamu emekçileri olarak çok daha tehlikeli bir süreç ile karşı karşıyayız. AKP iktidarı, TBMM’yi, yargıyı ve dolayısı ile kamuoyu denetimini by pass ederek sadece kendisini tek yetkili kıldığı yasaya dayanarak bu güne kadar toplam 35 Kanun Hükmünde Kararname çıkarmış bulunmaktadır.
Öncelikle birçok bakanlığı ilgilendiren temel teşkilat yasasında ve toplamda neredeyse yüzlerce yasada KHK’ler yoluyla değişiklik yapılması yoluna gidilmesinin parlamenter bir anayasal düzen açısından kabul edilemez olduğunun altını çizmek istiyoruz.
Temel amacı kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi ve kamu emekçilerinin tasfiyesi olarak özetlenebilecek KHK’lerin tümünü burada değerlendirmemize imkân olmadığı için bazı ana başlıklar halinde ifade etmeye çalışacağım.
KHK’ler içerisinde en dikkat çekici olan AKP iktidarının “Eşit İşe Eşit Ücret“ ilkesini hayata geçirdiğini duyurduğu 666 Sayılı KHK olmuştur. Oysa sadece aynı ünvana sahip kamu görevlilerinin ücretlerinin eşitlendiği düzenleme ile kamu görevlilerinin bütününü kapsayan ücret dengesi göz ardı edilmiştir. Daire başkanı ve üstü ünvanlarda görev yapan personelin ücretlerinde küçümsenmeyecek artışlar yapılırken kamu emekçilerinin büyük çoğunluğunu oluşturan başta öğretmenler olmak üzere pek çok kamu görevlisine herhangi bir artış yapılmamış, hatta bazı kurumlarda görev yapan kamu emekçileri gelir kaybına uğramıştır.
666 Sayılı KHK ile yapılan değişikle, Kurumların Merkez Uzman Kadrolarının, İl Müdürü ve üstü kadroların maaşlarının 657 sayılı yasa kapsamından çıkarılarak 375 sayılı KHK kapsamında belirlenmesi iki yönlü değerlendirilmelidir. AKP, ya belirlediği bu kadroları devletin asli sürekli görevlerini yürütecek “devlet memuru” olarak bırakacak ya da bu kadroları sözleşmeli statüye geçirecektir. AKP’nin son günlerde kamuoyunda sıkça tartıştırdığı “devlet memuru”, “kamu çalışanı” tanımının bu belirleme üzerinden şekilleneceği görülmektedir.
Sağlık Bakanlığı ile kurumlarda Sağlık Hizmetleri Sınıfında görev yapan personel, Gümrük Bakanlığı, YÖK, Adli Tıp Kurumu ve TSK dışındaki kurumların teşkilat kanunlarında ve diğer farklı mevzuatlarda öngörülen ikramiye, maktu fazla çalışma ücreti gibi ödemeler 15.01.2012 tarihi itibarıyla sona erdirilmektedir. Yerine ise sadece 375 sayılı KHK’nin Ek Madde 9 ile düzenlenen ek ödeme yapılması getirilmiştir.
Elit tabakayı oluşturan Cumhurbaşkanı Genel Sekreterliği, TBMM Genel Sekreterliği personeli ile TBMM Başkanı ve Başbakanın yakın koruma ve makam hizmetlerinde görev yapanlara ise ilave olarak %200 oranında ek ödeme yapılacağı düzenlenmiştir.
Yani AKP iktidarı, kamuda farklı yasalara göre ücret ödemesine son vereceğini belirtirken farklı iki statü oluşturularak EŞİTLİK değil AYRIMCILIK yaratmış, bürokratlarına ilişkin ayrımcı bir düzenlemeyi gerçekleştirmiştir.
Ayrıca ek ödemeler emekli aylığına dâhil edilmediği için çalışırken alınan ücretle emekliye ayrıldığında alınan ücret arasındaki uçurum kapatılmamıştır. Yani ek ödemelerin güvenceli ücret kapsamında olmama özelliği devam ettirilmektedir.
Geçici personel yani 4/C’li personel yapılan düzenlemeye yine dâhil edilmemiş ve ek ödeme dışında tutulmuştur. Burada da, eşit işe eşit ücret ilkesinin uygulanmadığı ortaya çıkmış, 4/C li geçici personelin mali hakları kamu emekçilerinin tamamından ayrı tutulmaya devam edilmiştir.
Ayrıca son çıkan KHK’ler ile yargının sözlü sınava ilişkin vermiş olduğu kamera ile kayıt altına alınması vb. kararlar, yok sayılmış sözlü sınavların kayıt altına alınmayacağı, sınav komisyonuna kurum dışından çalışanların da dâhil edileceği ve sınav komisyonunun vereceği puana göre başarılı olanların belirleneceği yasal hüküm haline getirilmiştir. Yıllardır, sözlü sınavlar üzerinden yapılan kadrolaşmalara ilişkin artık yargı yolu da kapatılmış ve AKP Bürokratlarının personel alımı yetkisi yasal hale getirilmiştir.
Yine bu KHK’lerle yapılan düzenlemeler ile performans ve kalitenin tüm kamu emekçileri için iş ve ücret belirlemesi olarak kullanacağı görülmektedir.
657 Sayılı DMK'da Değişikliğin Hedefi İş Güvencemizdir!
Tüm bunların yanı sıra KHK değişikliklerine paralel olarak Çalışma Bakanı Faruk Çelik tarafından gündeme getirilen 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun kaldırılması tartışmaları, kamu emekçilerinin iş güvencesine yönelik yeni bir saldırı ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Yıllardır Türkiye’nin gündeminde olan güvencesiz çalışma uygulamalarının, yaşanan krizlerle birlikte istihdam üzerinde kalıcı tahribatlar yarattığı bilinmektedir. Devletin yurttaşlarına karşı anayasal görevi olan yeni istihdam alanları yaratma, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik vb. olanakları sağlamak gibi sorumluluklar geri plana itilerek, “yurttaş” kavramı yerine “müşteri” kavramı ön plana çıkarılmış, adım adım piyasa ile daha uyumlu bir kamu personel politikası oluşturulmaya çalışılmıştır.
Saldırılara Karşı Mücadelemizi Yükselteceğiz!
Kamu emekçilerinin mali, özlük ve sosyal hakları Toplu Sözleşme ile belirlenmesi gerekirken bunun KHK’ler ile açık bir şekilde ihlal edildiği görülmektedir. Bir yandan kamu emekçisi sendikaları konfederasyonları ile 4688 sayılı yasanın kapsamı konusunda görüşmeler yürüten hükümetin kamu emekçilerinin mali haklarını yasaya bile gerek duymaksızın KHK ile düzenlemiş olması kabul edilemez.
4688 Sayılı yasada yapılmak istenen değişikliler ve KHK’lerle, 657 Sayılı yasa değişikliği tartışmaları ile iş güvencemiz başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerimize göz diken hükümeti bir kez daha uyarıyoruz. Yasa taslağının meclis genel kuruluna geliş aşamasında ve komisyonlarda görüşülmesi sırasında temel taleplerimizi tekrar tekrar gündeme getireceğiz. Bu talepler dikkate alınmadığında illerden gelen yöneticilerimiz ve üyelerimizle Ankara’da fiili ve meşru eylemlerimizi gerçekleştireceğiz.
Eğer taleplerimizin dikkat alınmadığı bir toplu sözleşme görüşmeleri süreci başlatılırsa buna karşı sesiz kalmamızı kimse bizden beklemesin. Grev hakkımızı kullanmak üzere tüm demokratik ve meşru araçlarla bu hayâsızca akını durdurmak için mücadelemizi yükselteceğiz. Tüm kamu emekçilerini de bizleri “KHK Demokrasisi” ne mahkûm etmek isteyen, iş güvencemize göz koyan bu saldırılara karşı ortak mücadele etmeye çağırıyor, hepinize tekrar sevgi ve saygılarımı sunuyorum.