Genel Başkanımız başta Torba Yasa olmak üzere yaşanan gelişmeleri ve önümüzdeki süreci değerlendiren bir basın toplantısı düzenledi. Basın Metni aşağıdadır:
"Değerli Basın Mensupları;
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun yeni seçilen Yönetim Kurulu olarak düzenlemiş olduğumuz ilk basın toplantısına hepiniz hoş geldiniz.
Sizlerin de bildiği gibi, konfederasyonumuz kendi iç sorunlarını aşmak ve sınıf mücadelesinin ihtiyaç duyduğu yönetsel işleyişi sağlamak amacıyla olağanüstü genel kurulunu gerçekleştirdi. Artık bizler, yeni oluşan yönetim kurulu olarak, emekçilerin beklentilerine cevap olacak, dönemin ihtiyacı olan emek ve demokrasi mücadelesini, temel haklar ve özgürlükler mücadelesini örgütlemeye çalışacağız. Sürecin ihtiyaçlarını gözeterek kendi içinde demokratik katılıma açık, kolektif bir çalışma yürütürken, diğer konfederasyonlarla, emek ve meslek örgütleriyle, demokratik kitle örgütleriyle dayanışma içinde birleşik mücadelenin örgütlenmesi için bütün gücümüzle çalışacağımızı öncelikle belirtmek isteriz.
Değerli Basın Emekçileri,
Toplumun yoksul, emekçi ve ezilen kesimlerin sorunlarının en yakıcı biçimde hissedildiği bir dönemden geçiyoruz. Geçmişten günümüze emekçilerin yaşadığı sorunlar son yıllarda azalmak bir yana katlanarak artmıştır. 8 yıldır iktidarda olan AKP Hükümeti, ulusal ve uluslar arası sermaye çevrelerinin beklentilerini bir bir yerine getirmekte, işçi ve emekçilerin, yoksul halk kesimlerinin taleplerini görmezden gelmektedir. Yıllardır uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalarla, emekçilerin, kadınların gençlerin, kır ve kent yoksullarının yaşamlarını giderek daha çekilmez hale getirmiş, bugünlerini ve geleceklerini karartacak politikaları devreye sokmaktan çekinmemiştir.
Sağlık, Eğitim ve ulaşım gibi temel kamu hizmetlerinin paralı hale getirilmesi, özelleştirme ve taşeronlaştırma ile kamuda istihdamın parçalı hale getirilmesi, sözleşmeli, esnek ve kuralsız çalışmanın yaygınlaştırılması, çalışma sürelerinin uzatılması, ücretlerin düşük tutulması, sendikal ve demokratik haklarını kullanan emekçilere yönelik baskı, ceza ve sürgünler, sendikalı oldukları için işten atmalar gibi çok yönlü saldırılar ile pek çok hak gaspıyla karşı karşıya bulunuyoruz.
Her fırsatta, “statükoyu” dağıtmaktan, temel özgürlüklerden sıkça söz eden AKP’nin, demokratikleşme alanında, Kürt sorunu ve laiklik konusunda tüm toplum kesimlerinin beklentilerine yanıt olacak bir adım atılmamış, tersine halkın demokrasi ve özgürlük istemleri istismar edilmeye devam edilmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın “iyi şeyler olacak” sözünün üzerinden bir yıl geçmesine, yapılan sayısız çalıştaylara rağmen hiçbir “açılımın” gerçekleşmemesi başka nasıl izah edilebilir? Seçilmiş 1800 Kürt siyasetçinin tutuklanma ve yargılanma sürecinde yaşananlar, Kürt dilinin kabul edilmeyerek “tek dil, tek millet” söyleminden çıkılamamış olması, zorunlu din derslerinin devam ettirilmesi, aleviler başta olmak üzere diğer inanç gruplarının eşit yurttaşlık taleplerinin karşılanmaması, sosyalist ve Kürtçe basın yayın organlarına yönelik baskı ve ağır cezalar, F tipi cezaevlerinde tecridin ısrarla sürdürülüp, hasta tutukluların tedavileri engellenirken, Hizbullahçıların tahliye edilmesi, AKP’nin “ adaleti”ni ve“ileri demokrasi”sini göstermektedir. Bugün Hrant DİNK’in katledişlinin 4.yılı olmasına rağmen, katliamın arkasındaki güçlerin açığa çıkarılmaması, davanın kapatılmak istenmesi de AKP’nin Adalet ve demokrasi anlayışının açık örneğidir.
Yine son dönemde, kadın emekçilere yönelik çalışma yaşamında cins ayrımcı uygulamalar, genel olarak kadına yönelen şiddet, öldürme ve tecavüz vakalarının yüzde 1400 artması karşısında Hükümetin, kadın ve çocuk istismarının önlenmesine yönelik kamusal koruma önlemleri almaması kaygı vericidir. Keza, uygulanan politikalar nedeniyle her geçen gün biraz daha geleceklerinden endişe duyan gençlerin, parasız, bilimsel, özerk üniversite talepleri karşısında uygulanan şiddet ve gençlerin hedef gösterilmesi kabul edilemez. Ülkemizin doğal ve kültürel değerlerinin yok edilmesi, sular altına gömülmesi, topraklarımızın zehirlenmesi, derelerimizin satılması pahasına yapılan hoyratlık karşısında seslerimizi ve güçlerimizi birleştirmek, gerçek bir yurtseverlik göstermek elzem olmuştur.
Türkiye’nin ihtiyacı sadece “Yeni” değil, Demokratik ve Özgürlükçü bir Anayasadır.
Karşı karşıya bulunduğumuz acil sorunların çözümü demokratik bir anayasadan geçmektedir. Yeni anayasa tartışılırken, yıllardır ülkemizin demokratikleşmesi önünde engel olan tüm yasak ve kısıtlamaları kaldıran bir anlayış benimsenmelidir. Eğer gerçek bir değişim olacaksa, toplumun ezilen ve sömürülen büyük çoğunluğunun temsilcileri aracılığıyla Anayasa yapma sürecine katılması ve taleplerinin kabul edilmesi üzerinden bir değişiklik yapmak gerekir. Türkiye’nin gerçek anlamda demokratik bir ülke haline gelmesi sendikalar ve diğer emek örgütleri başta olmak üzere çeşitli türden kitle örgütlerinin sürece daha aktif müdahale eden bir çizgiye yönelmesiyle mümkün olacaktır.
Değerli Basın Emekçileri,
Bilindiği üzere 2011 yılı ikinci yarısında Genel Seçimler yapılacak.
2011 yılında Türkiye’yi, emekçileri nelerin beklediğini anlayabilmek için 2011 Bütçe Kanunu’na ve Torba Kanun Tasarısına bakmamız yeterlidir. Bu iki Kanun, hükümetin tercihlerini sermaye lehine, emekçiler aleyhine kullandığının açık göstergeleridir.
2011 Bütçesi halkın değil, sermayenin talepleri doğrultusunda hazırlanmıştır
Hükümetin maliye politikası hedefleri arasında sayılan istihdamın arttırılması hedefi gerçekçi olmadığı gibi, bütçe kanununda işsizlik ve yoksulluk sorununu sona erdirecek somut bir politikaya rastlamak mümkün değildir.
2011 bütçesinde hükümetin yıllardır izlediği vergi rejiminin değişmediği görülmektedir. Verginin gelirleri büyük oranda ücretli emekçilerden alınmakta, ülkemizde gelir vergisi ve dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı %80’leri bulmaktadır. Mevcut vergi politikası zaten adaletsiz olan gelir dağılımını daha da bozan bir içeriktedir.
2011 yılı için öngörülen iç ve dış borç faiz ödemelerine ayrılan miktar 47 milyar 500 milyon TL’dir. 2011 bütçesi, gittikçe yoksullaşan halka yüklenen dolaysız ve dolaylı vergiler, özel sektöre kaynak transferi, vergi indirimleri, faiz ödemelerinde sermayeye mutlak avantajlar, sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi ve yatırımlarda azalmanın vardığı vahim boyutları bütün yönleriyle ortaya sermektedir.
Kamu emekçileri torbaya girmeyecek
Hükümetin, torba yasa gibi ekonomik ve sosyal alanda hayata geçirmeye çalıştığı yasal düzenlemeler ve fiili uygulamalar emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını her geçen gün kötüleştirirken, kazanılmış haklarımıza yönelik yeni tehditler birbiri ardına gelmektedir.
AKP hükümeti, sizlerin de yakından bildiği gibi, bir taraftan emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını daha da kötüleştirecek adımlar atarken, diğer taraftan vergi, ceza ve pirim afları ile sermaye kesimine destek sunmayı sürdürüyor. Devletin borçlarının yeniden yapılandırılması” gündemi üzerinden kapsamlı prim aflarından, esnek çalışmayı yaygınlaştıran düzenlemelere, 657 Sayılı yasada yapılması düşünülen değişikliklerden işsizlik sigortası fonundan patronların daha fazla yararlanmasına kadar pek çok düzenleme “Torba Yasa” ile önümüzdeki hafta içinde meclis genel kurulunda görüşülmeye başlanacaktır.
Tasarının içinde işçileri, kamu emekçilerini, öğrencileri, işsizleri, kadınları ve gençleri, kısacası bütün toplum kesimlerini olumsuz etkileyecek düzenlemeler eklenmiştir. Örneğin asgari ücret hesaplamasında belirlenen 16 yaş sınırı 18’e çıkarılarak 16–17 yaşlarındaki 250 bin gencimizin bugünkü asgari ücret üzerinden 85 TL daha az ücret alması hedeflenmektedir. Küçük yaşta çocuk işçi çalıştıran patronların cezası 500 TL iken Torba Yasada bu rakam 100 tl’ye indirilmektedir. Bu meslek liselerinin ticarileştirilmesinin ön adımları ve aynı zamanda çocuk emeği sömürüsünün ve istismarının devlet eliyle resmileştirilmesi demektir.
Torba yasa tasarısı ile kısmi süreli çalıştığı için sigorta primi (1 Ocak 2012’den adı GSS primi olacak) eksik yatanlar, eksik süreyi 30 güne tamamlamak için cebinden ödeme yapmak zorunda bırakılmaktadır. Bunu yapmadığı zaman hastaneye gittiklerinde muayene olamayacaktır.
Patronlara verilmesi düşünülen ‘istihdam teşviki’ ise, işsizlik sigortası fonundan sadece 18–29 yaş arasında olan kişileri istihdam edenleri kapsayacaktır. Bu durumda 30 yaş üstü olan işsizlerin iş bulması zorlaşacağı gibi, halen çalışma şansına sahip olan 30 yaş üstü işçiler de her an işten atılmak korkusuyla karşı karşıya kalacaklardır.
Torba yasa tasarısı içinde dikkat çeken en ilginç düzenlemeleri 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’na ilişkin olanlar oluşturmaktadır. 657 sayılı DMK ile ilgili değişikliklerin hedefi, öncelikle kamuya yeni esnek çalışma biçimleri ile kamu emekçileri açısından daha esnek, kuralsız ve güvencesiz bir istihdam yapısı getirmektir. Kamu emekçilerinin yürüttükleri hizmetin gereği olarak çalışma süreleri ve koşullarının ilgili idareye bırakılması ve kamu emekçilerinin de tıpkı işçiler gibi “ödünç verilebilmesi” asla kabul edilemez.
Özelleştirme uygulamalarına paralel olarak kamuda kadrolu istihdam edilenlerin sayısı sürekli olarak azalmış, sözleşmeli ve 4-C statüsünde geçici istihdam uygulamaları sürekli olarak artmıştır. 2011 yılı itibariyle sadece kamu alanında çalışan taşeron işçilerin sayısı 200 bini geçmiştir. Bütün kamu emekçilerini sözleşmeli ve güvencesiz istihdam ederek, iş güvencemizi elimizden almayı hedefleyen AKP Hükümeti, tıpkı ABD’de olduğu gibi Hükümetle gelip hükümetle giden bir kamu yönetimi yapısı oluşturmak istemektedir.
“Torba yasa” içinde yer alan emek ve halk düşmanı maddelerin niteliği açısından bakıldığında, Çıraklardan asgari ücretli işçilere, kamu emekçilerinden her işkolundan, her yaştan ve her cinsten işçiyi kapsayan sınırsız bir esnek çalışma, sağlık hakkından işsizlik fonu ve hazinenin patronlara yağmalatılmasına kadar çok geniş bir alanda saldırılar “torba yasa tasarısı” içine konmuştur. Bu anlamda 2011 yılını genel olarak “Sermayeye Af ve Teşvik, Emekçilere ve yoksul halka Saldırı Yılı” olarak ifade etmek abartı olmaz kanısındayız.
Bugüne kadar böylesine kapsamlı ve önemli bir düzenlemeye karşı yeterli tepkilerin gösterilebildiğini söylememiz mümkün değildir. Sendikaların, emek ve meslek örgütlerinin son yılların en büyük saldırı dalgası ile karşı karşıya olduğu bir dönemde başta torba yasa tasarısı olmak üzere, kazanılmış haklarımıza yönelik saldırılara örgütlü ve kitlesel yanıtlar vermek için bütün konfederasyon ve sendikalara önemli ve tarihi sorumluluklar düşmektedir.
Böyle geniş ve kapsamlı bir saldırıya karşı mücadelenin de aynı genişlikte ve aynı ciddiyette olması gerektiği açıktır. Bu nedenle sendikaların ayrı ayrı mücadele etmesi ile böylesine kapsamlı bir saldırıyı geriletmemiz mümkün görünmemektedir. Aksine gündemdeki “torba yasa” içindeki saldırı maddelerinin geri aldırılması ancak; en geniş emekçi kesimlerin mücadelesiyle, üretimin ve hizmetin durdurulmasıyla, genel grevleri de içeren genel direnişlerin hayata geçirilmesiyle olanaklıdır. KESK’in tarihi bu tür eylemler ve direnişler ile doludur. Bu konuda KESK ve KESK’e bağlı sendikalar dönemin ihtiyaçlarına uygun bir örgütlenme ve mücadele hattını oluşturmak için zaman geçirmeden harekete geçecektir.
Bu amaçla ilk olarak 20 Ocak Perşembe günü KESK Danışma Meclisi’ni olağanüstü toplayarak gündemdeki saldırılara karşı yol haritamızı belirleyeceğiz. Daha sonra hızlı bir şekilde diğer konfederasyonlar, emek ve meslek örgütleriyle görüşmeler yaparak, torba yasaya karşı birleşik bir emek cephesini oluşturmak için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye kararlıyız.
Buradan, tüm konfederasyon, emek ve meslek örgütlerini, demokratik kitle örgütlerini birlikte mücadeleye çağırıyoruz.
Saygılarımızla"