‘Neo-liberal dönüşümler karşısında kadın emeği’ konulu Kadın Emeği Kurultayı 5 Nisan 2008 tarihinde İstanbul Petrol-İş salonunda gerçekleştirildi. Kurultayda kadınlar, çalışma yaşamında kadınların karşı karşıya kaldıkları sorunları ve çözüm önerilerini tartıştılar. İki oturum ve forum bölümünden oluşan kurultayın ilk oturumda Dilek Hattatoğlu “Neoliberal dönüşümler ve ücretli kadın emeği”, KESK Kadın Sekreterimiz Sevgi Göyçe “Neoliberalizm, ücretli kadın emeği ve sendikalar”, Meriç Eyüboğlu “Neoliberal dönüşümler ve yasal düzenlemeler” konularında, ikinci oturumda Yelda Yücel “Neoliberal dönüşümlerin ev içi emeğe yansımaları”, Gülnur Savran ise “Ev içi emek ve bakım emeğinin niteliği” konularında sunumlar yaptılar.
Dilek Hattaoğlu, enformel çalıştırma biçimlerinin yaygınlaştığından ve ağırlıkla kadınların bu çalışma biçimleri altında emek sürecine dahil olduğundan bahsettiği konuşmasında, bunun nedeninin kadın emeğinin ucuz olmasında yattığını, bunun kaynağının ise karşılıksız emek sunumlarında aranması gerektiğini söyledi. Kadın emeğinin değersizleştirildiğini söyleyen Hattaoğlu, bu değersizleşmenin sadece bakım emeği ile sınırlı olmadığını, örneğin sosyal bilimlerde kadınların yoğun olduğunu, bu nedenle o işin değersizleştiğinden bahsetti. Emek örgütlerinin aynı zamanda kadın örgütlenmeleri olması gerektiğini söyleyen Hattatoğlu, günümüzde yeni örgüt tipleri, kadın sendikaları ortaya çıktığından bahsetti. Ev emeğinin ve ev eksenli çalışmanın kayıtdışı olduğunu söyleyen ve kayıtdışı ve enformel çalışma arasında bir ayrım koyan Hattaoğlu şöyle konuştu: “Kayıtdışı ve enformal sektör tanımlarının farkı önemli. Enformal kayıtdışı olmak zorunda değil. Kayıtiçi olmak vergilendirilmek demek. İşçiye verilen ücret bir şekilde kayıt içine alınıyor, nakliyat maliyeti olarak gösteriliyor örneğin ama alınıyor. Buradaki sorun bu uygulamada emekçinin güvencesinin olmaması.”
Ardından söz alan KESK Kadın Sekreterimiz Sevgi Göyçe, sermayenin cinsiyetçi ritüeller üzerinden yükseldiğini, cinsiyetçilikle kapitalizmin iç içe ilerlediğini, esnek çalıştırma biçimlerine en uygun işgücünün kadınlar olduğunu, tüm bu güvencesiz, esnek çalışmanın uygulandığı işyerlerinde genç kadınların bulunduğunu söyledi. Küçük ölçekli esnek üretime dayalı işyerlerinin kadın emeğine dayandığını söyleyen Göğçe, bunun pembe yakalı gettoların oluşumuna neden olduğunu söyledi. Göğçe, artık eşit işe eşit ücret talebinin değil eşdeğer işe eşit ücret talebinin yükseltilmesi gerektiğini çünkü kadın emeğinin bazı işlerden soyutlandığını, belli işlerde; daha çok monoton, tekrara dayalı işlerde yoğunlaştığını söyledi. Sosyal devlet uygulamalarının budanmasının kadınların yükünü artırdığını söyleyen Göğçe konuşmasına şöyle devam etti: “Kamusal alan erkeklere ait görünüyor. Geleneksel sendikal yapılar kadın emekçilere ulaşma konusunda ciddi engel oluşturuyor. Kadınların hem evde hem işte çalışması sendikaların gündeminde değil. Kadınların sendikaların yönetim kademelerinde temsil edilmiyorlar. Sendikal alanlar iktidar alanları. Kadınlar ya erkekleşerek ya da çok yoğun emek süreçlerinden geçerek daha fazla aktif olarak çalışarak bu alanda varolabiliyorlar. Bu alanda da yeni deneyimler ortaya çıkıyor. Kanada’da tekstil çalışanı kadınlar, Burkina Faso’da, Brezilya’da yeni örgütler ortaya çıkıyor. Türkiye’de de ev eksenli çalışan kadınların örgütlenme deneyimleri var.”
Sendikalarda cinsiyet ayrımı konusuna da değinen KESK Kadın Sekreterimiz Sevgi Göyçe ise, erkek ve kadınların aynı işyerinde çalışmasının, kadınların belli işkollarında yoğunlaşması şekline dönüştüğünü anlattı. Sosyal devlet uygulamalarının tasfiye edilmesiyle kadının ev içerisindeki yükünün arttığına değinen Göyçe, kadınların sorunlarının sendikal hareketin gündemine giremediğini söyledi. Kadınların sendika yönetimlerinde temsil edilmediğini belirten Göyçe, yönetime adaylığı düşünülen erkeklerin yeteneği sorgulanmazken kadınlarınkinin sorgulanıyor olduğunu anlattı. Göyçe, çeşitli ülkelerde kurulan kadın sendikaları deneyimlerinin de geleneksel sendikalara örnek olduğunu ifade etti
KESK Kadın Sekreterimiz Sevgi Göyçe, aynı zamanda emekçinin güvencesizlik probleminin sendikalarca neden çözülemediğini konusunda ise geleneksel olarak sendikaların büyük işyerlerine gittiğini çünkü oralarda örgütlenmelerinin daha kolay olduğunu belirtti. Taşeronlarla yürütülen işletmelere sendikaların ulaşma şansının daha zayıf olduğunu çünkü o insanların sorunlarını sahiplenip politika üretemediklerini ve güven veremediklerini ifade etti. Mücadelelerin büyük işyerlerindeki işçilerin sorunlarını gündeme getirilere yapıldığını ve Sendikaların yaşam alanlarına dayalı örgütlenme biçimlerini gündemlerine almaları gerektiğini dile getirdi."
Avukat Meriç Eyüboğlu ise yeni yasal düzenlemelerin neo liberalizmin kurumsallaşmasında oynadığı rolü, özellikle AKP iktidarı dönemindeki uygulamalarını anlattığı konuşmasında, kadınların özellikle yeni İş Kanunu ile birlikte yok olan haklarından bahsetti.
İkinci oturumda söz alan Yelda Yücel, 1980’lerde tarımda yapılan reformların ve ortaya çıkardığı çözülmenin kadın emeğinin yeniden şekillenmesinde oynadığı role değinirken, tarımda yeni yöntemlerin gelişmesiyle kadının erkeği bağımlılığının artığını söyledi. Tarımda karlılığı artırmaya çalışan kredilerin günümüzün mikro kredileri gibi kapitalist sistemin dışında kalmış olan kesimleri içermeyi hedeflediğini söyleyen Yücel, eşit olmayan kesimlere eşit müdahalenin sömürüyü artırdığından bahsetti. Konuşmasına yeni basılan “Son Sömürge: Kadınlar” kitabı ve Feminist Ekonomist dergisinin bir sayısına dayandıran Yücel, Hindistan ve Çin’deki kadın bedeni yağması, vahşi emek sömürüsünü örneklendirerek anlattı. Hindistan’da erkeklere dolayısıyla erkek emeğine boyun eğdirmenin bir yöntemi olarak erkeklerin mülkü sayılan kadınlara boyun eğdirmeyi hedefleyen sistemin toplu tecavüzleri gündeme aldığını, orta sınıf erkeklerde günümüzde hala “sati” geleneğinin 1990’larda tekrar ortaya çıktığını, bunun da neo liberalizmden bağımsızlaştırılarak tartışılamayacağını söyledi. (Sati geleneği, bir erkek öldüğünde onun eşinin de yakılması demek.) Yücel konuşmasına şöyle devam etti: “Kapitalizm ikili yapıya dayanıyor: Ücretli işçiler ve şiddet, soygun, aşırı sömürüye dayalı birikim –ilkel birikim-. Kapitalizm her zaman kapitalist olmayan ilişki biçimlerine de ihtiyaç duyuyor. Türkiye’de “kalkınma” ve “ büyüme”nin arkasında ciddi bir kadın emeği var. Kapitalizmin “ev kadınlaşmış emeğe” ihtiyacı var. Çin’deki yatakhane sistemi kadın emeğinin köleleştirilmesinin bir örneği ve Türkiye’de Hindistan ve Çin’de yaşananların nüvelerini görüyoruz. İstanbul’a vize koyma lafı bir tesadüf değil.”
Son konuşmacı Gülnur Savran görünmeyen emeğin niteliğinden bahsettiği konuşmasında, ev emeğinin mesai saatlerinin olmadığından, sevgi ilişkileriyle çevrelendiğinden, sosyal güvenliğin olmadığından ve bunun erkeklerin tüketimi için zorunlu bir durak olduğundan, erkeklerin bu emek sayesinde toplumsal güç sahibi olduğundan bunun da bir antagonizma yarattığından bahsetti.
Karşılıksız ev emeğini; temizlik, yemek vs. işleri; bakım emeği (yaşlı, engelli); eşin yanında büroda, dükkanda karşılıksız çalışma olarak üçe ayıran Savran, kapitalizmin ön koşul olarak bu emeği varsaydığını, bu koşul üzerinden yükseldiğini; yıpranma payının, annelik ödeneğinin, sosyal güvencenin talep edilmesi gerektiğini, ikinci önlem olarak da kadınların yükünün azaltılması için bakım merkezleri, kreş ödeneği uygulamalarının hayata geçirilmesi ve böylece kadınların istihdama katılmalarının yolunun açılması gerektiğini, bakım emeğinin değersizleşme sorunun çözümünün aynı zamanda erkeklerin bu işlere yönlendirmesinde yattığını söyledi.
Kaynak: www.sendika.org. / www.emekdunyasi.net / www.bianet.org