8. Dönem TİS görüşmelerine ilişkin değerlendirme toplantısı KESK ve Üye Sendikaların MYK Üyelerinin katılımıyla gerçekleştirildi. KESK Eş Genel Başkanı Ayfer Koçak’ın okuduğu açıklama metninin tamamı ve görsel materyaller aşağıdadır.
Hepinizi KESK Yürütme Kurulu ve üye sendikalarımızın Merkez Yürütme Kurulu üyeleri, adına selamlıyorum. Basın toplantımıza hoş geldiniz.
Ülke olarak yine ne yazık ki siyasal, ekonomik, sosyal krizlerin içi içe geçtiği zorlu bir süreçten geçiyoruz. Siyasal iktidar kayyum politikaları, antidemokratik uygulamalarıyla, Anayasal bir hak olan seçme ve seçilme hakkı fiilen ortadan kaldırırken halkın iradesi yargı eliyle gasp edilmektedir. Öte yandan grev hakkı sistematik biçimde yasaklanmakta, emekçilerin en temel hakları dahi sermayenin çıkarları uğruna yok sayılmaktadır.
Bu koşullarda çalışanı, emeklisi ile birlikte ailelerimizi de kattığımızda 25 milyonluk devasa bir kitlenin geleceğini yakından ilgilendiren önemli bir sürecin arifesindeyiz. 2026-2027 yıllarını kapsayan 8. Dönem Toplu Sözleşme süreci temmuz ayı ortası itibari ile başlayacak, 1 Ağustos’ta toplu sözleşme masası kurulacak.
Normal koşullarda bir ülkede çalışanlar, emekçiler toplu sözleşme süreçlerini dört gözle bekler. Toplu sözleşme masasını yaşadığı sorunların çözümü için bir fırsat olarak görür.
Ancak ne yazık ki ülkemizde tam tersi bir tablo ile karşı karşıyayız. 14 yılda yapılan her toplu sözleşmeden sonra ortaya çıkan tablo bugün milyonlarca kamu emekçisini ve emeklisini toplu sözleşme süreçlerinin başlamasından heyecan değil endişe duyar hale getirmiştir.
Çünkü başta kamu emekçileri ve emeklileri olmak üzere tüm kamuoyu biliyor ki 14 yıldır sadece adı toplu sözleşme olan gerçekte ise “deve desen deve değil, kuş desen kuş değil” misali bir sistem bulunuyor. Milyonlarca kamu emekçisi ve emekli gerçek bir toplu sözleşme ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan bu sistemle 14 yıldır oyalanmaktadır.
14 yıldır sürdürülen bu sisteme göre masada sözde iki taraf bulunuyor. Ama işveren tarafı “konuyu, tarafları, kapsamı, masaya getirilen teklifin bu kapsama girip girmediğini ben belirlerim” diyor. “Sendikamız” diye nitelendirdiği konfederasyonu tüm kamu emekçilerinin ve emeklilerin tek ‘yetkilisi” olarak görüyor.
Öyle ki bu sistemde uyuşmazlık halinin bile baştan önlemi alınmış durumda. Hani olur da iktidarın ‘sendikamız dediği, kraldan çok kralcı yapı kamu emekçilerinin taban baskısı soncunda mutabakata imza atamadı. Ne olacak? Hakeme gidilecek.
Peki Hakem kim? İki taraf arasında bir sorun olduğunda, tarafları dinleyip bağımsız karar veren bildiğimiz Hakem mi? Tam tersine ortada hakem değil, adeta iktidarın fanatik taraftarı bir yapı oluşturulmuş durumda.
Toplam 11 üyeden oluşan ‘Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’ adlı bu yapının başkan dahil 6 üyesi Cumhurbaşkanı tarafından atanan üyelerden oluşuyor. Kurulda çalışanları temsilen 1’si öğretim üyesi olmak üzere 5 üye bulunuyor. Ama çalışanları temsil edecek olan bu üyelerden öğretim üyesi bile konfederasyonların gösterdiği 7 aday içinden seçip atama yetkisi yine Cumhurbaşkanı’na verilmiş durumda.
Bu kadar önleme rağmen ola ki oylar eşit çıkarsa diye bir önlem daha alınmış durumda. Oyların eşitliği halinde Hakem Kurul başkanın yani Cumhurbaşkanının atadığı başkanın bulunduğu taraf çoğunluğu sağlamış sayılıyor.
Üstelik bu Hakem Kurulu’nun kamu emekçisi ve emeklisi ile 7 milyon kişinin yaşamı, geleceği hakkında verdiği kararlara itiraz dahi edilemiyor. Yargıya başvurulamıyor.
Bu nedenle KESK olarak; ‘toplu sözleşme’ adı ile sürdürülen, iktidarın gölgesinde büyütülen yapıların yöneticilerinin tüm kamu emekçilerinin ve emeklilerin “yetkilisi” sıfatı olarak masada oturtulduğu, gerçekte ise her konuda tüm yetkinin iktidara, iktidarın gölgesi olan Hakem Kuruluna devredildiği bu sitemde kamu emekçilerinin her alanda hak kaybı yaşayacağının altını defalarca çizdik.
Toplu sözleşme masaları dahil her platformda gerçek, evrensel bir toplu pazarlıkla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan mevcut garabet sistem devam ettiği sürece yaşadığımız sorunların çözülmesinin mümkün olmadığını defalarca dile getirdik.
Değerli Basın Emekçileri,
Geride bıraktığımız 14 yıl bizi haklı çıkarmıştır.
Yedi dönemdir “toplu sözleşme” adı ile sürdürülen bu sistemde kaydeden taraf her zaman hangi sendikanın üyesi olursa olsun tüm kamu emekçileri ve emeklileri olmuştur.
Her tercihinde sermaye yanlısı politikaları esas alan, ülkenin tüm kaynaklarını güvenlikçi harcamalara, rant projelerine ve talan ekonomisine tahsis eden bir siyasal iktidarın hâkim olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla bu emek karşıtı sermaye yanlısı düzende emekçilerin payına düşen hep daha fazla yoksulluk, güvencesizlik ve geleceksizlik olmaktadır.
Nitekim bugüne kadar her iki yılda bir kurulan masada bizim hakkımız aranmamış, iktidar ile “yetkilendirdiği” konfederasyon arasında danışıklı dövüş oyunları sahnelenmiştir.
İşveren tarafı olan iktidar, her seferinde orta vadeli planlardaki, bütçelerdeki hedeflerini önümüze koymuştur.
Masaya yetkili olarak oturanlar bazen hükümetin sunduğu teklife karşı önceden hazırladıkları ‘bu teklife kapalıyız’ lolipoplarını havaya kaldırarak şov yapmış, bazen kameralar önünde masayı terk etme numarası çekmiştir. Ama hemen sonra arka kapıdan girip görüşmelerini sürdürmüştür.
Sonuçta hemen her seferinde maaşlarımızdaki artış TÜİK’in sanal enflasyon rakamlarına bağlanmıştır.
‘Kraldan çok kralcılar’ 2014 yılında iktidarın önerdiği yüzdelik artış oranın dahi altında kalan tüm kamu emekçilerinin maaşlarında net 125 TL artış teklifi ile masaya gitmiş, üstelik enflasyon farkı verilmemesini dahi kabul etmiştir. İktidarın teklifinin sadece yarım puan üzerindeki maaş artışlarına imza atmaktan geri durmazken dahi “tarihi başarı” nutukları atmaya devam etmişlerdir.
Kamu emekçilerinin tabanda yarattığı baskı soncunda gidilen uyuşmazlık süreçlerinde ise “Ben ne yapayım? Elimden geleni yaptım ama hakem böyle karar verdi” diyerek Hakeme atmışlardır.
“Gelin o zaman tüm yetkiyi iktidara veren bu garabet sisteme karşı birlikte mücadele edelim” çağrılarımıza ise her seferinde kulak tıkamışlardır.
Değerli Basın Emekçileri,
Ortada birilerinin iddia ettiği gibi ne bir ‘tarihi başarı’ ne de bir ‘tarihi kazanım’ vardır. Tam tersine 14 yılın sonunda geldiğimiz noktada ortada tüm kamu emekçileri için adeta tarihi bir hezimet tablosu vardır.
Geçtiğimiz 14 yılda kamu emekçileri ve emeklikleri olarak sadece insanca yaşamaya yetecek ücret talebimiz değil yıllardır yaşadığımız en temel problemlere dahi bir çözüm üretilmemiştir. Mali, sosyal, özlük tüm haklarımızda düne göre bir geriye gidiş yaşanmaktadır.
Her alanda yaşadığımız bu hak kayıplarını önümüzdeki günlerde Toplu Sözleşme taleplerimizi kamuoyu ile paylaşacağımız toplantılarda kamuoyu ile ayrıntılı olarak paylaşacağız. Bu noktada kamu emekçilerinin bugün yaşadığı yoksulluk, sefalet, güvencesizlik tablosunu sadece temel başlıklarla özetlemekle yetineceğiz.
Öncelikle emeği ile geçim mücadelesi veren tüm kesimler gibi kamu emekçileri de düne göre daha yoksuldur.
- Yoksulluk sınırının 85 bin TL’yi aştığı mevcut koşullarda eşi çalışmayan, 2 çocuklu, en düşük maaşı alan kamu emekçisinin maaşı, eş ve çocuk yardımı dahil 43 bin 690 TL’de, ortalama kamu emekçisi maaşı ise yine eş ve çocuk yardımı dahil 49 bin TL de kalmıştır.
- Bu rakamların anlamı şudur. 2025’in Türkiye’sinde kamu emekçilerinin %90’ı gibi ezici bir çoğunluğu yoksulluk sınırının yarısına denk gelen bir gelirle yaşam mücadelesi vermektedir.
- Üstelik 2023 yılı temmuz ayından itibaren kamu emekçileri açısından “yeni bir maaş rejimine” geçilmiştir. Bugün tüm kamu emekçilerinin maaşlarının net 16 bin 30 TL’si taban aylıklarına yansıtılmayan, dolayısıyla emekli aylığı hesabında dikkate alınmayan ‘ilave seyyanen ödenekten’ oluşmaktadır.
- Taban aylığa yansıtılmayan diğer kalemleri de eklediğimizde bugün kamu emekçilerinin cebine giren maaşın yarsının emekli aylığı bağlama hesabında dikkate alınmadığı, yani sıfır kabul edildiği, derin bir adaletsizlik ortaya çıkmaktadır.
- Söz konusu adaletsizlik 2008 yılı ekim ayından sonra kamuda işe başlayan, dolayısıyla 5510 sayılı yasaya tabii olan kamu emekçilerinin emekli aylıklarının hesabında çok daha yakıcı hale gelecektir. Çünkü söz konusu kamu emekçileri emekli olduklarında ellerine geçecek emekli aylığı çalışırken aldıkları maaşın dörtte birine kadar gerileyecektir.
- Dolayısıyla kamu emekçilerinin maaşlarına giydirilen pek çok ödeme kaleminin taban aylığına yansıtılmaması, emekli maaşı ve ikramiyesi hesaplamalarına hiç dahil edilmemesi sonucunda, aslında kamu emekçileri fiilen kayıt dışı çalıştırılmakta, ücretlerinin önemli bir bölümü emeklilik güvencesinden ve sosyal haklardan dışlanmaktadır.
Değerli Basın Emekçileri,
Kamu emekçisi emeklilerinin içinde bulunduğu tablo ise çok daha vahimdir.
- Bugün en düşük kamu emekçisi emeklisi maaşı 19 bin TL, ortalama kamu emekçisi emeklisi maaşı ise 24 bin TL’de kalmıştır.
- Yani bugün sayıları 2,5 milyon civarında olan kamu emekçisi emeklilerinin yine %90’ı aşan ezici çoğunluğunun cebine giren emekli aylığı açlık sınırının altında kalmıştır.
- Bilindiği üzere 2023’te yapılan genel seçim öncesinde, bizzat Cumhurbaşkanı 11 Mayıs 2023 tarihinde kameraların karşısına geçmiş ve seçim vaatlerinde bulunmuştu.
En önemli vaatlerinden birisi de memurlara temmuz ayından itibaren ilave seyyanen ödenek verilmesi, memur emeklilerinin aylıklarına da yansıtılması sözü olmuştur. Ancak verilen bu söz seçimden hemen sonra unutulmuştur.
Aradan geçen 23 aya rağmen kamu emekçisi emeklilerine bir kuruş dahi ilave seyyanen ödenek verilmemiştir. Dolayısıyla hükümet tüm kamu emekçisi emekliklerine bugün itibari ile her kamu emeklisine 303 bin TL borçludur.
- Yine bizzat Cumhurbaşkanı kamuda göreve almada mülakatın kaldırılacağı sözü vermiştir. Ancak verilen bu söz de seçimden hemen sonra rafa kaldırılmıştır. Dolayısıyla bugün hem göreve almada hem görevde yükselmede liyakati ortadan kaldıran, torpilin, ayrımcılığın kapsını sonuna kadar açan mülakat hukuksuzluğu hala sürdürülmektedir.
- Gelir vergisi dilimi adaletsizliği tüm hızıyla sürmektedir. 2000 yılından bugüne Yeniden Değerleme Oranı uygulanmış olsaydı Gelir vergisi tarifesinin ilk dilimi bugün 415 bin TL olacaktı. Ancak Gelir vergisi tarifesinin her yıl Yeniden Değerleme Oranları altında artırılması soncunda ilk dilim bugün 158 bin TL’de kalmıştır.
- Dolayısıyla maaşlarımız daha cebimize girmeden gelir vergisine gitmektedir. Sadece gelir vergisi değil KDV’den ÖTV’ye her adımda ödenen tüm dolaylı verilerin yükü de emekçi kesimlerin sırtına yıkılmıştır. Geçtiğimiz 5 ayda işçilerin, emekçilerin ücretlerinden ve tüketimlerinden kesilen vergiler koskoca holdinglerden, şirketlerden alınan vergileri 4’e katlamıştır.
Kamuda güvencesiz istihdam sorunu derinleşemeye devam etmektedir.
- İki yıl önce “Sözleşmelilere kadro “adlı altında 4+2 sisteminden 3+1 sistemine geçilmiştir. Böylece 4/B statüsünde sözleşmeli olarak çalışanların neredeyse yarısının kadroya alındığı söylenmiştir.
Ancak son iki yıldır kamuya kadrolu alım nerdeyse tamamen durmuştur. Strateji ve Bütçe Başkanlığı verilerine göre 2023 Haziran itibari ile 3 milyon 470 bin 727 olan kadrolu personel sayısı iken iki yılda sadece 5.168 kişi artmıştır.
Buna karşın 2023 Haziran itibari ile 270 bin 568 olan sözleşmeli personel sayısı 199 bin 704 kişi artarak bugün 424 bin 447 kişiye ulaşmıştır. Yani son iki yılda kadrolu personel sayısı sadece %0,15 artarken, sözleşmeli personel sayısı %74 artmıştır.
- Öte yandan Millî Eğitim Bakanlığı 80 bine yakın öğretmen açığı olduğunu söylerken 100 bine yakın ücretli öğretmeni asgari ücretin dahi altında bir ücret karşılığında çalıştırmaya devam etmektedir.
- İktidar, OHAL KHK’leri ile hukuksuz bir şekilde işlerinden ekmeklerinden edilen, aradan geçen dokuz yıla rağmen hala görevlerine iade edilmeyen, KESK’li ihraçları görmezden gelmeye devam etmektedir. Sadece sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi yürüttüğü için ihraç edilen üyelerimizi göreve iade etmemek için tüm yollara başvurmaktadır. Diğer taraftan Kürt meselesinde çözüm tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemden geçmemize rağmen Barış akademisyenlerinin görevlerine ilişkin hala bir adım atılmamıştır.
- Kadın kamu emekçilerine yönelik ayrımcılık ve mobbing sistemli bir hale gelmiştir. İktidar cinsiyet eşitsizliğine neden olan yapısal sorunları ortadan kaldırmaya yönelik herhangi bir girişimde bulunmamakta aksine toplumsal cinsiyet düşüncesine karşı dört koldan bir savaş yürütmektedir. Bu koşullarda kadın kamu emekçileri var olan sorunlardan daha çok etkilenmekte, şiddete ve mobbinge karşı korumasız bırakılmaktadır. 2025 yılını “aile yılı” ilan eden iktidar, kadınları güvencesiz istihdamın dayanağı haline getirmeye, ev ve bakım hizmetlerinin gönüllü üstlenicileri varsayıldığı bir sistemi hayata geçirmeye çalışmaktadır.
Değerli Basın Emekçileri
Kamu emekçileri ve emeklileri olarak yaşadığımız sorunlar elbette ki sadece bunlardan ibaret değildir. Biz burada en çok öne çıkanları özetlemeye çalıştık.
Bu noktada bir kez daha altını çizmekte fayda görüyoruz.
Geldiğimiz noktada kapsamından, tarafların belirlenmesine, grev hakkımızın yasal güvence altına alınmamasından uyuşmazlık durumunda devreye girecek olan Hakem Kurulunun yapısına kadar onlarca temel sorunu bulunan, hak arama yollarını kapatan, TÜİK’in çarpık enflasyon rakamlarına endeksli maaş artışlarına indirgenen, temel hiçbir sorunumuzu çözmeyen mevcut bu garabet ‘toplu sözleşme’ sistemi çoktan iflas etmiştir.
Gerçek, evrensel bir toplu pazarlıkla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan mevcut toplu sözleşme sistemi devam ettiği sürece yaşadığımız sorunların çözülmesi mümkün değildir.
Sözlerimizi kamu emekçilerine, emeklilere seslenerek tamamlamak istiyoruz.
Sevgili kamu emekçileri, sevgili emekliler kim kendini nasıl nitelerse nitelesin her süreçte olduğu gibi bu süreçte de asıl “yetki” sizlerdedir.
Bugüne kadar ‘yetkili’ sıfatı ile masaya oturanların yaptığı yanlışların, eksiklerin faturasını maaşlarınızda her yıl daha fazla erime, daha fazla yoksullaşma, daha fazla güvencesizleşme ile ödedik. Ödemeye de devam ediyoruz.
Artık yeter demenin vakti çoktan gelmiştir.
Daha önceki dönemlerde olduğu gibi bu dönem toplu sözleşme sürecinin de hayal kırıklığı ile bitmemesi hangi sendikanın üyesi olursanız olun sizlerin elindedir.
Aslolan, ekonomik, sosyal, özlük haklarımızda yaşadığımız kayıpların doruk noktasına çıktığı bu kritik dönemde taleplerimiz için birlikte birleşik bir mücadelenin büyütülmesidir.
Bu karanlık tablodan tek çıkış yolu yetkinin asıl sahiplerinin kamu emekçilerinin ve emeklilerinin ortak sorunları için bir araya gelmesinden, “hak verilmez mücadele ile alınır” ilkesi ile ortak mücadeleyi yükseltmesinden geçmektedir.
Biz KESK olarak her zaman olduğu gibi bugün de bir emek örgütü olmanın gereğini yerine getirmek için,
Kamu emekçilerinin, emekliklerin ortak hak ve çıkarlarını savunmak için üzerimize düşen sorumluluğun gereğini yerine getirmeye hazırız
Bunun için ayrım yapmaksızın hepinizi İnsanca Yaşamaya Yetecek Bir Ücret, Güvenceli İstihdam- Güvenli Gelecek, Demokratik- Adil Bir Çalışma Yaşamı, Halktan Yana Bir Kamu Hizmeti, Grev hakkımızın önündeki engellerin kaldırıldığı Gerçek Bir Toplu Pazarlık Sistemi için tüm konfederasyonları, sendikaları Kamu emekçilerinin birlikte ortak mücadele etmeye, omuz omuza vermeye çağırıyoruz.
Öte yandan biz KESK olarak hiçbir zaman deyim yerinde ise “sadece kendine Müslüman” bir konfederasyon olmadık. İşçilerden emeklilere, asgari ücretlilerden işsizlere milyonlarca insanın benzer sorunları yaşadığını biliyoruz.
Bu ülkede emeği ile geçim mücadelesi veren hiç kimsenin emeğinin karşılığını alamadığını da biliyoruz.
Hepimizi sefalette, yoksullukta eşitlemeye dönük saldırıları görüyoruz. Dolayısıyla iktidarların çalışanları, emekçileri karşı karşıya getirme, böl-parçala-yönet oyunlarına hiçbir zaman gelmedik, gelmeyeceğiz.
Bugünün Türkiye’sinde hem Asgari Ücret Tespit Komisyonu hem de kamu emekçilerini ve emeklilerini kapsayan sözde toplu sözleşme masası aslında tek bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak kararlara dayalı, emekçilere sefalet dayatmasının kurumsal araçları haline getirilmiştir. Dolayısıyla emekçilerin bu iki masa düzenini parçalayarak gerçek toplu pazarlık ve gerçek ücret mücadelesi vermesi zorunlu hale gelmiştir.
Mevcut koşullarda toplu sözleşme masalarının gerçek bir kazanım zemini olabilmesi, emekçilerin iradesinin sokakta, işyerlerinde, alanlarda örgütlü biçimde ortaya konmasıyla mümkündür. Bu nedenle önümüzdeki süreci yalnızca bir sözleşme süreci olarak değil, emeğin haklarını savunma ve sınıfın kolektif gücünü büyütme süreci olarak ele alıyoruz.
Dolayısıyla sömürüden, yoksulluktan, eşitsizlikten beslenen mevcut kapitalist düzene karşı gerçek anlamda mücadele etmenin ancak iktidar güdümündeki sarı sendikal yapılardan uzak durmakla, mücadeleci, bağımsız ve emekten yana gerçek sendikalarda örgütlenmekle mümkün olduğunun altını bir kez daha çiziyoruz.
Sefalette değil, refahta birleşinceye bir paçası olduğumuz işçi sınıfının, açlık sınırının altına itilen asgari ücretlilerin, emeklilerin, gençlerin yanı başında olmaya, emeğin birleşik mücadelesini büyütmeye devam edeceğiz.
Yürütme Kurulu