24-25 Eylül 2022 tarihlerinde saat 10.00’da Şişli Belediyesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde emek meslek örgütleri, siyasi partiler ve uluslar arası alanda yetkin katılımcılarla Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) tarafından gerçekleştirilen “Savaş, Göç ve Mültecilik Kıskacında Emek” başlıklı sempozyum, Ortadoğu’da ve tüm dünyada savaşlar yada ekonomik gerekçelerle ülkelerini terk ederek daha iyi yaşam koşulları için sığınmacı-mülteci olarak başka ülkelere göç etmek zorunda kalan milyonların temel insan haklarına erişimleri, güvencesizlik, toplumsal ve ekonomik etkileri, kamu hizmetlerine erişim ve işgücü piyasasına katılımları konusundaki sorunları farklı boyutlarıyla tartışmayı, politika önerileri oluşturmayı ve ortak mücadele alanları örmeyi hedefliyor.
Göç ve mülteciliğe yol açan faktörler ve sonuçları, göçmen emeği ve ortak mücadele olanakları, göçmen emeği açısından uluslararası deneyimler ve gözlemler, göçmen kadın emeği ve ortak mücadele olanakları başlıklarıyla 2 gün süren sempozyum her kesimden katılımcıların söz aldığı forum ile sona erdi.
Sempozyuma ILO Türkiye Ofisi Direktörü Numan ÖZCAN, Doç. Dr. Evrim Hikmet ÖĞÜT, Doç. Dr. Suna Gülfer IHLAMUR ÖNER, Prof. Dr. Kuvvet LORDOĞLU, Dr. İbrahim SOYSÜREN, Küresel Göç Politikaları Merkezi Başkanı Patrick TARAN, İHD Eş Genel Başkanı Öztürk TÜRKDOĞAN, DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, TTB merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı, TTB Başkanı Erinç Sağkan, PSI Arap Bölgesi Sekreteri Najwa HANNA, Almanya DGB Konfederasyonu Entegrasyon Projesi Direktörü Felix LITSCHAUER, Public Services International Mülteci Programı Direktörü Genevieve GENCIANOS, ATUC Göç Birimi Koordinatörü Mohammad AL MAITA, Avrupa Ekonomik Ve Sosyal Haklar Komitesi Üyesi José Antonio MORENO, İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren YOLERİ, Doç. Dr. Çağla ÜNLÜTÜRK ULUTAŞ, Sosyoloji Mezunları Derneği Başkanı Özgür AKTÜKÜN, Doç. Dr. Emel COŞKUN, ILO Türkiye Ofisi Uzmanı Billur P. ESKİOĞLU, ITUC Mülteci Politikaları Danışmanı Irem ARF ve siyasi partilerin temsilcileri ile ulusal ve uluslararası alanda yetkin birçok isim katılırken, katılımcılara konfederasyonumuz tarafından plaketleri verildi.
Fotoğraflar ve KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik’in sempozyumda gerçekleştirdiği konuşma aşağıdadır:
Türkiye, coğrafi konumu, vize rejimi ve çevre ülkelerde meydana gelen savaş ve çatışmaların bir sonucu olarak özellikle 2000’lerden itibaren göç alan bir ülke konumuna gelmiştir. 2011’de başlayan Suriye’deki savaşının ardından sayıları hızla artan mültecilerin yanı sıra hem Orta Doğu, Kafkaslar, Uzak Doğu ve Sahra-altı Afrika’dan pek çok göçmen ve mülteci Türkiye’de yaşamaktadır. Bugün Birleşmiş Milletler tarafından açıklanan resmi verilerle 4 milyonu aşan sığınmacı ve mültecinin yanı sıra 1,5 milyondan fazla kayıtlı göçmen ve sayıları milyonu aşan kayıt dışı göçmenin Türkiye’de yaşadığı tahmin edilmektedir. Avrupa genelinde ise 7 milyonun üzerinde sığınmacı ve mülteci bulunmaktadır. BM Küresel Eğilimler Raporu ise dünya genelinde 2021’de 89,3 milyon olan yerinden edilenlerin sayısının bugün açısından Rusya-Ukrayna savaşıyla 100 milyonu aştığını söyleyebiliriz.
Ülkemizde mevcut Hükümetin göçmen ve mültecilerin giriş, kalış ve işgücüne katılımlarına dair son on yılda oluşturduğu yasal mevzuat, güvenlik merkezli göç politikaları ve uygulamalarının gittikçe artan toplumsal sorunlara çözüm üretmekte yetersiz kaldığı görülmektedir. Türkiye’de farklı hukuki statülerde ya da kağıtsız olarak kalan göçmen ve mültecilerin ucuz ve güvencesiz işgücü olarak kayıt dışı işlerde çalışması, sağlık, eğitim ve barınma gibi temel haklara erişimde yaşanan sorunlar, toplumsal cinsiyetlendirilen iş alanlarında çalışan kadın göçmenlerin maruz kaldıkları toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, çocuk işçiliği ve zorla evlendirme, göçmen ve mülteci işçilerin yerli işgücü tarafından bir tehdit görülmesi, hızla artan nefret söylemi ve ayrımcılık bugün yaşadığımız temel sorunlardan sadece bir kısmıdır.
Emperyalizmin ürettiği savaşlar ve kapitalist sistem insanların yaşamlarını, kültürel ve ekonomik kaynaklarını, doğayı, yaşayan her şeyi yok ediyor. İnsanları yersiz yurtsuzlaştırırken ve sürgünlere zorlarken; devlet sistemleri ise yaşam hakkı için hareket eden göçmen ve mültecilerin karşısına gümrük duvarları, tel örgüler, toplama kampları, işkence ve kötü muamele, zor ve işkenceyle geri gönderme merkezleri dikmeye devam ediyor.
Artık iç savaşların, otoriter rejimlerin ya da ciddi ekonomik zorlukların neden olduğu göçlerin ve sığınmacıların yanı sıra bir de iklim göçleri ile daha sık karşılaşacağımız bir sürece doğruda hızla yol alıyoruz..
Bugün dünyanın birçok bölgesinde devam eden savaşların çevre üzerinde yarattığı etkiler yüzünden iklim mültecilerinin de doğmasına neden oldu. Çünkü “bu süreçte insanların yaşam ağları da tahrip edildi. Geri dönüşleri engellemek amacıyla boşaltılan köylerde kimi durumlarda evler yıkıldı, hayvanlar öldürüldü, bahçeler-ağaçlar ateşe verildi, ormanlar yakıldı
Kısaca artık ‘çevre mültecileri’ kavramı daha sıklıkla kullanıyor. El-Hinnawi böyle mültecileri: “Varlığını tehlikeye atan veya yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyen belirgin bir çevresel bozulma (doğal süreçler ve/veya insanlar tarafından tetiklenen) nedeniyle geçici veya kalıcı olarak geleneksel yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan insanlar” olarak tanımlıyor.
El- Hinnawi’nin 1985 yılındaki bu tespitini bugün doğrulayan bir bilimsel araştırmaya göre, gezegenimiz önümüzdeki 50 yılda son 6 bin yılda olduğundan daha büyük bir sıcaklık artışı görebilecek ve birçok insan aşırı sıcaklardan, kuraklıklardan ve bunlarla birlikte gelen açlık ve siyasi kaostan acı çekecek ve kitlesel olarak göçe zorlanacak. tespitini yapıyor..
Kapitalist sistem her şeyde olduğu gibi mültecilerin yaşam hakkını da ticari meta haline getiriyor, insan kaçakçılığı yapan çeteler Türkiye’nin iç ve dış sınırları dâhil her yerde cirit atıyor, göç yollarında kadınlara, çocuklara yönelik şiddetin, işkencenin faili veya işbirlikçisi oluyor.
Mültecilerin zorunlu göç hallerini her açıdan istismar eden devletler ve sermaye düzeni, mültecilerin neredeyse 70 yıldır, Cenevre Sözleşmesi’nden bu yana kazanılmış tüm haklarını gasp ediyor. Mültecilik hakları yerine sığınmacılık, geçici koruma, uluslararası koruma, ikincil koruma gibi güvencesiz statülerle mültecilerin konut, çalışma, eğitim ve sağlık haklarını yok ediyor. Hakları yok sayılırken, sermaye düzeni en kirli, en tehlikeli işleri yaptırabilecekleri ucuz ve güvencesiz işgücü pazarlarını mültecilere sonuna kadar açıyor, onları kar hırsıyla neredeyse kölelik koşullarında çalıştırıyor. Mülteci emeği hem dünyada hem de Türkiye’de güvencesizliğin, kayıtdışı sektörlerin, ırkçı sömürünün, iş cinayetlerinin ilk adresi oluyor. Otoriter iktidarların beslediği ve ırkçı, gerici kesinler tarafından tırmandırılan yabancı düşmanlığı örtüsüne bürünmüş faşizmin elinde bir silah ve mülteci toplulukların boğazına dayanmış durumda.
Türkiye’de en temel haklarına ulaşamayan mültecilerin hayatlarının sık sık bir tehdit ya da pazarlık unsuru haline getirilmesine, seçim kampanyalarında kullanılmasına, Türkiye ile AB arasındaki ilişkide ya da Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu’daki yayılmacı politikalarında bir koz olarak kullanılmasına tanık oluyoruz. Mülteciler, medyada siyaset tacirleri tarafından ise sadece suçla ilişkilendirilerek veya nefret nesnesi olarak gündeme getiriliyorlar, hedef gösteriliyor, bir topluluk veya halk olarak kriminalize ediliyorlar. Haklar ve özgürlükler, evrensel değerler, bir arada eşit yaşam perspektifi ile değil merhamet ve mağduriyetle ilişkilendirildiğinde, yani ancak özne olarak görülmediklerinde kabul görüyorlar.
Tüm dünya devletleri gibi Türkiye de alandaki yasal boşlukları fırsat olarak görüp, yasa tanımazlığını dayatıp göçmenleri aşağılayan, ikincilleştiren, dahası yabancı düşmanlığı politikalarına alet eden bir çizgide duruyor ve suç işliyor. İçişleri Bakanlığının son genelgesi bu çizgiyi daha da şiddetlendiren bir adımın, çok özel bir göçmen karşıtlığının, yabancı düşmanı politikanın ürünüdür. Aylardır, Suriyelileri ülkelerine göndereceğiz/ göndermeyeceğiz diyenler, halklar arasında nefret tohumu eken ya da ırkçı saldırılara yol verenler şimdi mahallelerde göçmen nüfusun yüzde 20’yi geçmeyeceğini, bu nedenle birçok yerin göçmenlerin yerleşimine kapatıldığını duyuruyorlar. Göçmenleri yeni kurulan kayıt merkezlerine toplayarak onları yeniden bağımsız insan hakları örgütlerinin denetimine kapattıkları tecrit mekânları olan kamplara/ geçici barınma merkezlerine tıkamak istiyorlar. Göçmenleri Avrupa’ya karşı ekonomik ve siyasi koz olarak kullanan iktidar şimdi daha kalıcı tecrit ve düşmanlaşma politikaları geliştirmenin peşinde. 30 yıl önce köylerinden, topraklarından sürdüğü, zorla yerinden ettiği Kürtlere göç ettikleri yerlerde ne yaşatıldıysa bugün aynı şeylerin Suriyeli, Afganistanlı, Pakistanlı halklara yapılması tesadüf olmasa gerek.
KESK olarak Türkiye’de artan şoven, ırkçı ve mülteci düşmanı siyasetin toplumsallaşmasını, mültecilere karşı yürütülen nefret kampanyasının bu toprakların eşitlik-özgürlük mücadeleleri ve kazanımlarına karşı yürütülen bir kampanya olduğunun farkındalığıyla mücadelemizi sürdüreceğiz. Mülteci düşmanlığının kapitalist krize can suyu olmasına izin vermeyeceğiz. Bizleri yoksullaştıran, sömürenlere karşı verdiğimiz emek mücadelesinde mülteci işçi ve emekçi yol arkadaşlarımızla mücadele etmenin olanakları üzerinden dayanışmamızı sürdüreceğiz.
Bizden emeğimizi çalanın, bizi yoksullaştıran, ucuz, güvenliksiz, güvencesiz emek koşullarına bizi mecbur bırakanın bu sistem olduğunu biliyoruz. Kapitalizme karşı her halktan işçilerle birlikte ortak mücadelemize devam ettireceğiz..
Savaşlar nedeniyle göç eden insanların tekrar savaş alanlarına zorla gönderilmesinin savaş suçu olduğunu tekrar dile getiriyoruz. Çatışmanın ve Tek Adam Rejiminin denetimindeki cihatçı çetelerin hüküm sürdüğü bölgelere geri göndermeyle yapılmak istenenin insanlık suçu olduğunu hatırlatıyoruz. Göç ve mültecilik halinin güvenlik sorununa indirgenemeyeceğini, İçişleri Bakanlığına havale edilemeyeceğini, sorunun tüm yönlerini ve uluslararası yükümlülükleri gören kapsamlı bir örgütlenme ile Göç Bakanlığı kurulması gerektiğini söylüyoruz.
Yoksullarla değil yoksullukla mücadele etmek için göçmen ve mültecilerle dayanışalım. Mülteciler için güvenli ve onurlu bir yaşamı hep birlikte savunalım.