İstanbul Sözleşmesi’nin Feshinin Esastan İptali İçin Danıştay’a Açılan Davalarından İlki Yarın Görülüyor!
İstanbul Sözleşmesinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile fesih edilmesinin üzerinden bir yıldan uzun bir zaman geçti.
Ancak sözleşmenin TBMM devre dışı bırakılarak, hukuksuz bir şekilde tek taraflı feshine karşı mücadele kesintisiz bir şekilde sürüyor.
Hatırlanacağı üzere bu mücadelenin bir parçası olarak pek çok kadın kuruluşu, demokratik kitle örgütü, siyasi parti İstanbul Sözleşmesinin feshinin esastan iptaline yönelik Danıştay’a dava açmıştır.
İstanbul Sözleşmesinin feshinin esastan iptaline yönelik davalardan ilki; aralarında üye sendikamız SES’in de olduğu beş kurumun ayrı ayrı açtığı davaların duruşması 28 Nisan 2022 Perşembe günü (yarın) Danıştay’da görülecek.
Bağlı sendikamız SES Genel Merkezinde bugün yapılan basın açıklaması ile başta her gün şiddetle içiçe yaşamak zorunda bırakılan kadınlar olmak üzere tüm kadınlara, kadın örgütlerine İstanbul Sözleşmesini sahiplenmek üzere yarın Danıştay’da görülecek davaya katılım çağrısı yapıldı.
Konfederasyonumuz Hukuk, TİS ve Uluslararası İlişkiler Sekreteri Zeynep Erkan Korkmaz, KESK’li kadınlar ve İHD’li kadınların katıldığı basın toplantısında ortak açıklama SES Genel Kadın Sekreteri Gönül Adıbelli tarafından yapıldı.
Ortak Açıklama Aşağıdadır.
İstanbul Sözleşmesi Yaşatır, Vazgeçmiyoruz!
20 Mart 2021 gece yarısı, parlamento iradesi yok sayılarak, kadın mücadelesinin en büyük kazanımlarından birisi olan ve Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı kararnamesiyle çekilme kararı alındı.
Karara karşı sesini meydanlara inerek duyurmaya çalışan kadınlar, LGBT-İ+’lar, polis şiddetine, gözaltına ve soruşturmalara maruz kaldı. Üstelik Danıştay Anayasaya aykırı bir şekilde alınan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptaliyle ilgili yapılan yüzlerce başvuruyu uzun süre bekleterek, kararın uygulamaya gireceği 1 Temmuz’a 2 gün yürütmenin durdurulması talebini reddettiğini açıkladı.
İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı çekilme kararı alındığı günden itibaren hukuksuz karara karşı her alanda mücadele etmeye devam ettik.
İstanbul Sözleşmesi feshi konuşulmaya başlandığı günden bugüne kadınlar olarak pandemiye, her türlü baskı ve zor uygulamalara rağmen alanlarda, sokaklarda “İstanbul Sözleşmesi bizim” demekten vazgeçmedik. Haklarımız, hayatlarımız için her yeri eylem alanına çevirdik. Bizi yargılamaya çalışan mahkemelerde kadın katliamlarına karşı aldıkları kararları sormaktan, erkek adaleti mahkûm etmekten geri durmadık. Her gün en az dört kadının katledildiği, kadınlara yönelik cinsel, fiziksel, psikolojik, ekonomik her tür şiddetin katlanarak arttığı, erkek faillerin bir kravatla, namus diyerek, “reddedildim”, “boşanmak istedi, ailemi dağıtmak istedi” diyerek cezasız kaldığı ya da indirim aldığı yargı pratiklerini hatırlattık. Patriyarkal kapitalizm ve siyasal İslamcı ideoloji birlikteliğinin, toplumsal cinsiyet eşitliğini reddederek kadını sadece erkek üzerinden ve aile içinde tanımladığı sürece mücadeleyi yükseltme sözünü birbirimize hatırlatarak devam ettik.
Yine söylüyoruz; kadınlara yönelik şiddetin failleri büyük oranda eş, eski eş, partner iken kadını korumanın yolu onu aile içine hapsetmekten, sadece aile ile tanımlamaktan aileyi korumaktan geçmiyor. Devletlerin sorumluluğu şiddeti ortaya çıkaran eşitsizliği önleme, kadınları her türlü şiddetten koruma, etkin soruşturma yürütmektir.
İstanbul Sözleşmesinin kadınlara, LGBTİ+lara yönelik ayrımcılığı, şiddeti yaratan koşulların ortadan kaldırarak şiddetin önlenmesi, kadınların her tür şiddetten korunması, şiddet oluştuğunda ise faillerin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için titizlikle hazırlanmış bir sözleşme olduğunu her mecrada anlatmaktan vazgeçmedik.
Sözleşme evli veya evlilik dışı tüm çiftler arasındaki şiddeti yasaklamaktadır. Sözleşmeyi feshetmek, açıkça daha fazla kadının, LGBTİ+nın erkekler tarafından cezasız kalacağının garantisiyle öldürülmesi anlamını taşır diyenlerin sayısı her geçen gün arttı. Kadınlar bin yıllardır uygulanan türlü şiddet biçimleriyle baskılanmak sömürülmek istenmelerine rağmen özgürlükten eşitlikten vazgeçmedi.
Kadınlar olarak evde işte sokakta hayatın her alanında şiddet taciz ve katliamla her an yüz yüze yaşam mücadelesi vermek zorunda kaldık. Özellikle son yıllarda çalışma alanlarımız ve iş yerlerimiz güvenli alanlar olmaktan çıkmış her türlü riskle karşı karşıya kaldığımız ortamlara dönüşmüştür.
İstanbul sözleşmesinden vazgeçmediğimiz gibi ILO 190 sayılı sözleşmenin imzalanması mücadelesi de veriyoruz.
Bilindiği üzere Uluslararası Çalışma Konferansı 2019 yılında, Çalışma Yaşamının Geleceğine ilişkin ILO Yüzüncü yıl Bildirgesi’ni kabul etmiş, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve taciz dâhil, çalışma yaşamında şiddet ve taciz için ilk kez uluslararası bir tanım getirmiştir. Çalışma yaşamında şiddet ve tacize ilişkin ilk uluslararası sözleşme olarak kabul edilmesinden iki yıl sonra, altı ülkenin onayladığı ILO 190 sayılı sözleşme 25 Haziran 2021’de yürürlüğe girmiştir.
Temel felsefesi, hiç kimsenin çalışma yaşamında şiddet ve tacize uğramasına izin vermemek üzerine kuruludur. ILO 190 sayılı sözleşme bu kadar önemli bir yerde durmakta ve Türkiye tarafından imzalanması için gerekli adımların atılmasını beklerken Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul sözleşmesi bir gece yarısı tek adam rejimi tarafından fesh edildi. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kararına karşı sokakta mücadele ettiğimiz gibi hukuk olarak da mücadelemizi sürdürdük.
Fesih kararnamesinin iptali talebiyle yüzlerce dava açıldı.
Konfederasyonumuz KESK’e bağlı sendikalar tarafından da davalar açıldı. Sendikamız SES adına açılan davada TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile feshedilemeyeceğini, Cumhurbaşkanının yaşam hakkına, kişilerin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin bir konuda kararname çıkarmayacağını belirterek İstanbul Sözleşmesinin feshine dair kararnamenin yok hükmünde olduğunun tespiti ve Anayasanın 104. maddesine aykırı olduğunu belirterek kararnamenin iptalini talep ettik. Açılan davada kararnamenin yaşam hakkı ihlali sonucunu doğurabileceği ve 6284 sayılı kanunun uygulanmasında sorunlar yaşandığını belirttik. Bu talebimiz Danıştay 10. Dairesi’nin 28.09.2021 tarihli kararıyla reddedildi.
Konfederasyonumuz KESK ve KESK’e bağlı sendikaların açtığı davalar ve açılan tüm diğer davalarda da kararnamenin yürütmesinin durdurulması talebi reddedildi. Fesih kararının acilen durdurması gereken yargı bu kararı almaktan çekinirken bu sırada kadına yönelik şiddet işyerlerimizde ve yaşamın tüm alanlarında artarak devam etti.
Yürütmenin durdurulması talebimizin ardından davalarımız esastan inceleniyor. Sendikamız SES’in Danıştay’da açmış olduğu davanın duruşması yarın (28 Nisan Perşembe) görülecek.
Bizler, cinsiyeti, cinsel yönelimi nedeniyle hiç kimsenin ayrımcı, eşitsiz uygulamalara maruz kalmadığı, her nasıl kurulursa kurulsun eşitliğin, özgürlüğün, karşılıklı saygı ve sevginin esas olduğu hanelerde eşit ve özgür bir yaşamı savunuyoruz.
Bu yaşamı sağlamak için İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaktan, sözleşmenin ve 6284 sayılı yasanın etkin uygulanması ve ILO 190 sayılı sözleşmenin imzalanması için mücadelede kararlıyız.
Kadının özgürleşmesi mücadelesinden asla vazgeçmeyeceğiz diyenler olarak hepimiz için yaşamsal olan İstanbul Sözleşmesini savunmak üzere Danıştay’da olacağız.”
Adıbelli’nin ardından söz alan Konfederasyonumuz Hukuk, TİS ve Uluslararası İlişkiler Sekreteri Zeynep Erkan Korkmaz, İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlar, çocuklar ve mülteciler açısından önemine dikkat çekerek, bütün kadınların yarın Danıştay’da görülecek davaya katılımının önemine vurgu yaptı.
Dava hakkında bilgi veren bağlı sendikamız SES avukatı Linda Sevinç Hocaoğulları da davaya katılım çağrısında bulundu.