Eğitim Sen Genel Başkanımız Kamuran Karaca, Genel Mali Sekreterimiz Mesut Fırat ve Genel Örgütlenme ve Yükseköğretim Sekreterimiz İsmail Sağdıç, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan akademisyenler hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma ve akademisyenler üzerindeki baskı uygulamalarına dair bir basın toplantısı düzenlendi. Taksim Hill Otel’de bu sabah düzenlenen basın toplantısına Prof. Dr. Serdar Değirmencioğlu ve Doç. Dr. Kıvanç Ersoy da katıldı.
Eğitim Sen Genel Başkanımız Kamuran Karaca’nın yaptığı basın açıklaması şöyle:
Hatırlanacağı üzere, “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalayan 2212 akademisyen hakkında, Cumhurbaşkanı ve hükümetin baskısıyla gözaltı operasyonları yürütülmüş ve savcılık soruşturmaları başlatılmıştı. İmzaladıkları bildiriyle barış talebine ve iradesine sahip çıkan, hükümete ve TBMM’ye sorumluluklarını hatırlatan akademisyenler, üniversitelerinde soruşturmalara maruz kalmış, hukuksuzca işten atılmıştı. Son olarak ise 4 akademisyen, yaptıkları basın açıklaması nedeniyle tutuklanmıştı.
Yaşanan bu süreç ile üniversiteler ve akademisyenler üzerinde baskı, korku ve güvensizlik iklimi oluşturulmak istendiği açıktır. Bu durumun en somut örneği, imzacı akademisyenler hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bünyesinde yürütüldüğü ifade edilen soruşturmadır. Yakın zamanda edindiğimiz bilgiye göre Savcılık, bildiri yayınlandıktan yaklaşık bir hafta sonraki liste olan, 16 Ocak tarihli imzacılar listesi üzerinden çalışmalarını sürdürmeye devam etmektedir.
Öncelikle belirtmek isteriz ki barış talep etmek suç değildir. Aksine savaş politikalarında ısrarcı olmak, bu politikalara onay vermek insanlığa karşı işlenmiş en ağır suçu oluşturmaktadır. Siyasi iktidarın talimatları doğrultusunda barış talep eden herkesin hedef haline getirildiği bir dönemde, akademisyenlere yönelik de ağır tehdit ve baskılar yürütülmüştür. Özellikle ceza kanunda düzenlenen “terör örgütü propagandası” ve meşhur 301. madde kapsamında yargı harekete geçirilmek istenmiştir.
Ancak bu süreç zarfında, yaşananların hukuksuzluğunu gösteren iki önemli gelişme olmuştur. İlk olarak, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara’daki imzacıların 301. madde kapsamında yargılanabilmesi için Adalet Bakanlığı’ndan izin istemiş, Adalet Bakanlığı da bu talebi reddetmiş, dosyanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yetkisinde olduğunu belirtmiştir! Hâlbuki Adalet Bakanlığı’nın yetkisi, söz konusu talebi sadece onaylama ya da reddetmekle sınırlıdır, “dosyayı İstanbul’a gönderin” şeklinde yargıya talimat verme yetkisi bulunmamaktadır. Her ne kadar Bakanlığın ve dolayısıyla hükümetin, bu kararıyla yargıya müdahalesi gözler önüne serilmiş olsa da başka bir gerçek de karşımızda durmaktadır! O da Bakanlığın, imzacı akademisyenlerin 301. madde kapsamında yargılanamayacağı yönündeki kararıdır! İkinci önemli gelişme ise tutuklu 4 akademisyenin propaganda suçunu işlemediğinin mahkeme kararıyla tespit edilmiş olmasıdır.
Her iki gelişme de imzacı akademisyenlerin “terör örgütü propagandası” ve 301. madde kapsamında yargılanamayacağını açıkça belirtmektedir. Öyleyse, neden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı imzacı akademisyenler hakkındaki dosya hakkında takipsizlik kararı vermemektedir?
Altını çizerek belirtmek isteriz, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın söz konusu soruşturmayı başlatması hukuksuzdur! Kaldı ki o günden bugüne, imzacı akademisyenlerin şüpheli sıfatı taşıyıp taşımadığı, dosyanın içeriği vb. bilgiler avukatların tüm girişimlerine rağmen yanıtsız kalmıştır! Dolayısıyla yapılmak istenen, söz konusu soruşturmaya dair belirsizlikler ile akademisyenlerin üzerinde sistematik baskı yaratmaktır. Bu nedenle, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu soruşturma kapsamında acilen takipsizlik kararı vermeli ve hukuk garabetine bir son vermelidir.
Ne yazık ki akademisyenler üzerindeki baskı ve yıldırma girişimlerinin tek örneği, söz konusu soruşturma da değildir! Bildirinin yayınlandığı günden bugüne çoğunluğu üyemiz olan akademisyenler hakkında üniversite yönetimleri soruşturmalar açmış ve “kamu görevinden çıkarma” gibi çeşitli disiplin cezalarıyla sindirme politikası izlenmiştir. Bazı üniversite yönetimleri ise akademisyenlerin sözleşmelerini yenilemeyerek işte atma yoluna başvurmuşlardır. Kamu üniversitelerinden toplam 11 akademisyen çeşitli gerekçelerle işten atılmış, açılan davalar sonrasında yargı kararlarıyla 2 akademisyenin işten atılmasının yürütmesi durdurulmuştur. Bunların dışında, Uludağ Üniversitesi’nde Prof. Dr. Şermin Önder Külahoğlu’nun derslerinin elinden alınması ve Akdeniz Üniversitesi’nde Prof. Dr. Gülser Öztunalı Kayır’ın danışmanlığında yürütülecek olan barış temalı yüksek lisans tezine izin verilmemesi, Yıldız Teknik ve İstanbul Üniversitesi’nde imzacı akademisyenlerin jürilere alınmaması gibi doğrudan akademik faaliyetlere müdahaleler de yaşanmıştır. Bu süreç zarfında Vakıf üniversitelerindeki durum, güvencesiz istihdamın had safhada olması nedeniyle daha can yakıcı olmuştur. Vakıf üniversitelerinde toplam 26 akademisyen imzacı olmaları nedeniyle işten atılmıştır.
Başka bir baskı süreci ise araştırma görevlileri açısından yürütülmüştür. Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamındaki çok sayıda ÖYP’li araştırma görevlisine de YÖK’ün hukuksuz politikalarıyla eziyet edilmiştir. YÖK’ün gerçekleştirdiği mevzuat değişikliği sonrasında, öğrenim sürecindeki ÖYP’li araştırma görevlileri kadrolarının bulunduğu üniversitelerce çağrılmaya başlanmıştır. Ancak sendikamızın üyelerimiz adına açtığı çok sayıda davada, mahkemeler yürütmeyi durdurma kararı vererek, YÖK’ün hukuksuz politikalarının yıkıcı sonuçlarından kısmen de olsa araştırma görevlilerini korumuştur. Söz konusu yargı kararları da göstermektedir ki YÖK, attığı hukuksuz adımdan geri dönmeli ve söz konusu düzenlemeyi kaldırmalıdır.
Son olarak yakın zamanda TBMM gündemine getirilmiş olan “Yükseköğretim Disiplin Yasa Tasarısı” da göstermektedir ki AKP, akademi ve üniversiteler üzerindeki baskıcı ve yasakçı tavrında ısrarcıdır. Bizler biliyoruz ki bu yasa tasarısı ile AKP, tüm güvenlikçi disiplin teknolojilerini kullanarak üniversitelere adeta yığınak yapmaya çalışmaktadır. Üniversiteleri AKP’nin “akademisine”, bilim emekçilerini ise “kapı kulu” haline getirmeyi amaçlayan tasarı yasalaştığında, üniversitelerde özgür bilim, sanat ve felsefe yapmak mümkün olmayacaktır. Bu nedenledir ki söz konusu tasarı, ifade ettiğimiz sistematik baskı ve yıldırma sürecinin son adımı olarak görülmeli ve yasalaşması engellenmelidir.
Görüldüğü üzere üniversiteler ve özgür düşünceden, özgür üniversiteden yana olan tüm üniversite bileşenleri baskı, yasak ve yıldırma politikalarıyla kuşatılmıştır. Bu nedenle, başta adli ya da idari hukuksuz tüm soruşturmalardan vazgeçilmesi gerekmektedir. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na çağrımız, barış çağrıcısı akademisyenler hakkındaki soruşturmada takipsizlik kararı vermesi ve bu hukuksuzluğa son vermesidir.
Üniversitelerin ve yükseköğretim alanının sorunlarına hakim olan, bu sorunların çözümü için tüm gayretiyle mücadele yürüten tek sendika olarak, akademisyenlerin ve üniversitelerimizin üzerindeki baskının son bulması için mücadele azmimizden asla taviz vermeyeceğimiz, örgütlü gücümüzü bu uğurda seferber edeceğimiz bilinmelidir.